16.04.2024 - EHLİ SÜNNET MEDYA
Ehli Sünnet Medya

Tağut Dosyası -1 Ayetleri çarpıtarak ne elde ediyorlar?

   Tağutu dillerine dolayanlar, ibni kayyımın “Allah’a karşı her haddi aşan tağuttur” yorumunu alırlar. Bize göre siz de haddi aşanlardansınız. Müslümanları tekfir ederek Allah adına hüküm vermektesiniz. Siz de bir Tağutsunuz o halde!

  Bunlar Tağutu bir itikat, tevhid esası olarak sunuyorlar değil mi?  Tağuta iman, tağutu inkar… Tağutu öyle bir yorumluyorlar ki o yorumladıkları Tağut’u bir iman konusu haline getiriyorlar.

Halbuki bakın
Ebu Hanifenin Fıkhul Ekberinde,
İmam Müzeninin Şerhussunesinde,
İmam Ebu Caferin Tahavisinde,
İmam Zeydin Akaid Risalesinde,
İmam ibn Kudamenin Lematül itikadında,
İmam iz b. Abdiselamın Beyanü ahvalinnas yevmel kıyamesinde TAĞUT diye bir ifade BULUNMUYOR!

Büyük imamların hiçbirisi Tağutu zikretmemiştir bile. İmam Ebu Hanifeyi biliyorsunuz, imam Müzeni büyük şafi alimi, Kayravani Malikilerin büyük imamı. İbni Kudame Hanbelilerin büyük imamı. Bu alimler Tağutu anlayamadılar, itikat kitaplarına almadılar ama bunlar anladı, bir numaralı tevhid maddesi oldu!

Yani İslam’ın iman esaslarını Kur’an ve hadisten anlayan bu imamlar Tağut’u vehhabilerin anladığı gibi anlamamıştır. Bu da bize Vehhabilerin Tağut’u çarpıttığını göstermektedir.

Şunu anlatmak istiyorum: Bu gün tekfircilerin diline doladığı tağut meselesi bir çarpıtmadan ibarettir –ki bunu ispat edicez- Bu selefi geçinen tekfircilerin kendi aralarında yaptıkları o dersler vehhabi kaynaklıdır ve tağut merkezli bir kurgudan ibarettir. Bu nokta çok önemli. Bir kurgu var…

Çünkü bu sistemin en baskıcı dönemlerinde bunlar ortada yoktu. Bu sistemle asıl mücadelenin yapıldığı, gasp edilen hakların geri alınma mücadelesinin verildiği zamanlar bunlar ortalıkta yoktu. Müslümanlar idareye geçince bunlar türetildi ve Müslüman idarecileri zayıflatmak için dini ve tekfir silahını kullandılar.

Merhum Erbakan hükumete geçti, ondan daha mücahidi var mıydı? Aldıkları belediyelerde içki satışını yasaklıyordu, kumarı yasakladı, faizi bitirecekti. Küresel eşkıyalar hemen bu piyonları ileri sürdü. Onu bile tekfir ettiler.

Evet, Tağut perdesi altında sergilenen oyun tamamen bir senaryo. Peki nasıl?

Kardeşler, bu sistem Allah’ın hükümlüyle hükmedilmeyen bir sistemdir. Ve biz bunu benimsemiyoruz. Bizler de Allah ve Resulünün emri üzere yönetilmek istiyoruz. Ama bir gerçek var, bir durum var. Bir durum tespiti yapalım.

Osmanlı’nın yıkılışı üzerine devletin sistemini değiştirdiler. Devlet aynı devlet. sistem farklı. Devletin sistemini laiklik dediğimiz ve beşeri kanunların geçerli olduğu, Allah’ın hükmünün uygulanmadığı bir kalıpta şekillendirdiler.

Bu noktada şu 3 şeyi anlamamız gerekiyor:
1- Devlet ve sistem farklı şeylerdir. Devleti bir insana benzetirsek sistem o insan üzerine giydirilen elbise gibidir. Kominizm elbisesi de giydirilebilir, İslam elbisesi de giydirilebilir. Devlet, vatan ve millet bütünlüğünü sağlayan ana yapıdır. Dolayısıyla devlete sahip çıkmak sisteme sahip çıkmak ve benimsemek değildir. İkisi farklı şeylerdir.
2- Bu bozuk sistem yıllar önce değiştirilmiştir. Bugün sistemin içinde görev alan insanlara “sistemi onlar değiştirmiş” muamelesi yapmak saçmalıktır.
3- İstesek de istemesek de bu sisteme muhatap oluyoruz, kanunları üzerimizde etki ediyor. Sistemi ele geçirenler onu istedikleri gibi kullanıp, isterse zulüm aracına dönüştürebiliyor. Yani siz banane bu sistemden dediğiniz zaman sizi vergiden, kanunlardan muaf tutmuyorlar. Parti ile pırtıyla alakam yok hepsi tağut deseniz bile başa geçen parti sizi yönetiyor.

Bunları göz ardı edemeyiz.

Peki, tağut ifadeleri geçen ayetleri bu sisteme nasıl uyarlıyorlar? Ve ne elde ediyorlar?

ibni kayyımın yorumuna göre “haddi aşan herşey tağuttur” ifadesiyle hadi bu sisteme tağut diyelim. Ama içinde tağut geçen her ayeti alıp sisteme, partilere ve oy verenlere yorumlarsanız Allah adına yalan uydurmuş olursunuz.

Diyoruz ki, bu ayetler sizin kasdettiğiniz anlama gelmiyor. Çarpıtıyorsunuz, Allah adına konuşup haddi aşıyorsunuz..

BAKARA 256

Meslea Bakara 256’yı alıyorlar: “Artık her kim tâğutu inkâr edip, Allah’a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz….” Adam tağutu bu sisteme uyarladığı için “kim bu sistemi, içinde bulunan partisiyle, millet vekiliyle, parlementosuyla reddetmezse, inkar etmezse, Allah’a iman etmiş olmaz” diyor. Allah’a imanı bu sistemi reddetmeye bağlıyor. Hâlbuki ayetin başında “dinde zorlama yoktur” buyruluyor. Yani Mevzu din, İman. Ayet şöyle:

“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkâr edip, Allah’a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir. Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri de tağuttur, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî olarak kalırlar.“

Ayeti tefsir eden Abdullah b. Ömer, Mücahid ve Katâde radıyallahu anhuma göre buradaki tağut ŞEYTANdır. Saîd İbn Cübeyr KAHİN olduğunu söylemiştir. Kimine göre SİHİRBAZdır. Bazıları da “PUTLARDIR” demişlerdir.

Zaten ayetin başında dinde zorlama yoktur buyuruyor, sonra Allah’a iman etmekten bahsediyor. Yani dinde zorlama yoktur, kişi içinde bulunduğu batıl dinin inançlarından sıyrılmadan Allah’a iman etmiş olamaz.

NİSA 51

Bu ayeti ve bir de Nisa 51. Ayeti alıyorlar. “Tağuta iman ediyorlar” diye geçiyor ya!  “Kab b. Eşrefin Mekke’ye gidip onların putuna secde edip iman ettiğini anlatan” Onlar “cibt”e ve “tâğut”a inanıyorlar ayetini alarak sistemin içine, meclise girenleri, oy verip destekleyenleri tekfir ediyorlar.

İki ayette geçen ve put ile kahini işaret eden Tağut ifadesini bu sisteme uyarlamaları zaten başlı başına saçmalık da, hadi uyarladın diyelim. Şirk düzeni bile olsa bir sistemin içinde olmak o sistemi benimsemek anlamına gelmez. Nereden çıkartıyoruz bunu? Kur’an’ı Kerimden.

-SİSTEMİN İÇİNDE OLMAK BENİMSEMEK DEĞİLDİR

Rabbimizin kıssaların en güzeli buyurduğu Yusuf suresinde anlatıldığı üzere Yusuf a.s, Allah’ın emriyle Mısır’daki şirk düzeninde, hazinelerden sorumlu bakan olmak istiyor.  Toplumun içinde bulunduğu şirk inancını Yusuf a.s’ın zindan arkadaşlarına yaptığı tebliğden anlıyoruz. يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılara mı, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah’a mı (inanıp bağlanmak) daha iyi?
مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir.

Ayetlerden de anlaşılacağı üzere putçuluğa dayalı bir şirk düzeni var. Böyle bir düzende Yusuf a.s sistem içerisinde yetkili bir makama gelmek istiyor hem de Allah’ın emriyle. Peki, Yusuf a.s kralın yasalarını uygulamıyor muydu? Yine Kur’an bize cevap veriyor: Yusuf a.s kardeşi Bünyamini alıkoymak için kardeşlerin heybesine saray kasesini koydurtuyor. Yolda durdurulan kardeşlerin heybesinde sarayın eşyası bulununca kardeşlere “bunun cezası sizde nedir” diye soruyor. Onlarda “kimde bulunursa onun alıkonulmasıdır” diyorlar.

Şimdi ayette geçiyor ki: كَذٰلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَۜ مَا كَانَ لِيَأْخُذَ اَخَاهُ ف۪ي د۪ينِ الْمَلِكِ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ İşte biz Yûsuf’a böyle bir tedbiri öğrettik, yoksa Allah dileyip bunu öğretmeseydi kralın kanununa göre kardeşini alıkoyamazdı. Bu ne demek? Yusuf a.s kardeşini kralın kanuna göre alıkoyacak olsaydı onu yapardı. Bakın bazıları kralın Müslüman olduğu söylüyor halbuki ayetlerde ve rivayetlerde böyle bir şey geçmiyor.

Evet, Hz. Yusuf Allah’ın emriyle şirk ile yönetilen bir devlette yetkili makama geliyor ve ayetin beyanıyla kralın yasasını da uygulamak da bir sorun olmuyor. Şimdi siz, Yusuf a.s’ın bu şirk düzenini ve kralın yasalarını benimsediğini, Allah’ın kanunlarının önüne geçirdiğini iddia edebilir misiniz? Haşa… İşte şirk düzeni bile olsa bir sistemin içinde olmak, var olan yasayı uygulamak onu Allah’ın kanunlarının önüne geçirmek değildir. Allah bize bunu bir peygamber ile öğretmiş oluyor.

-RESULÜLLAH İSTESEYDİ MÜŞRİKLERİN BAŞINA GEÇER MİYDİ?

Diyorlar ki, ama Peygamberimiz taviz vermedi, müşrikler liderlik teklif etti o ise kabul etmedi. Müşriklerin başına geçmedi. Tamam da Resulüllah’a risaletinden taviz vermesini istediler. Davasından dönmesini istediler. Ona tabi olacaklarından değil onu vazgeçirmek için böyle bir teklifte bulunuyorlardı. Hatta Efendimiz o meşhur sözünü söyledi: Bir elime güneşi bir elime ayı verseniz davamdan vazgeçmem.

Yusuf a.s ise sistemin içinde putçularla mücadele etmiş, onları zayıflatmış ve kriz yönetimini başarılı bir şekilde yaptığı için halkın kendisine olan teveccühüyle onları hakka davet ederek Peygamberlik vazifesini yapmıştır. Dolayısıyla bu büyük bir örnektir. Böyle bir sistemin içinde olmak, oy vermek sistemi, demokrasiyi, laikliği benimsemek değildir.

-YEMİN EDİYORLAR

Ama vekil olurken, parlamentoya girerken yemin ediyorlar, yemin metnini okumak küfürdür diyorlar. -İslam’da talak hariç diğer hiçbir mevzuda kişinin direk söylediği, kullandığı ifade üzerinden hüküm verilmez. Çünkü dinimizde ikrah olsun veya olmasın kalpten tasdik ederek söyleme kriteri vardır. Yani burada devreye niyet girer.

Bu konuda Nahl 106. Ayeti delil getiriyorlar. مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِه۪ٓ اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْا۪يمَانِ Kim iman ettikten sonra Allah’ı inkâra saparsa -kalbi imanla dolu olduğu halde baskı altında kalanın durumu müstesna olmak üzere- kim kalbini inkâra açarsa işte Allah’ın gazabı bunlaradır; bunlar için çok büyük bir azap vardır.

islamın ilk şehidleri Hazreti Yasir ve Sümmeyye r.ahuma gözleri önünde katledilince oğulları Ammar r.a müşriklerin istediği küfür sözlerini söyledi. Açıkça Allah’a ve Resulüne sövdü. Bu ayet nazil oldu. Kalbi imanla dolu olarak ikrah yani zorlama durumunda bu sözü söyleyenleri ayet istisna etti. Bu ayetin tefsirinde alimlerin beyanlarına baktığımız zaman şunu anlıyoruz: Eğer bir ikrah söz konusu değilse Allah ve Resulüne açıkça küfreden, inkar eden kişinin kalbine, niyetine bakılmaz.

İşte önemli olan nokta burası.

Okunan yemin metninde ise Allah ve Resulüne küfür içeren bir beyan yoktur. Milletin egemenliği, inkılaplara bağlı kalınması gibi hususlar yoruma dayalı olduğu için ihtilaf vardır, kişi bunları okurken başka şeyleri de kastediyor olabilir, dolayısıyla burada niyet devreye girer. Kalbinden benimsiyor mu benimsemiyor mu? Evet iyi anlayalım: Açıkça Allah’a ve Resulüne küfür içeren sözlerde zorlama yoksa niyet aranmaz, diğer meselelerde ise yorum ve ihtilaf olduğundan dolayı tekfir yoktur ve niyete bakılır. Hatta alimler kitaplarda geçen her küfür sözünü söyleyen kişinin de tekfir edilemeyeceğini beyan etmişlerdir. (Bunları tekfir videosunda alimlerden nakille izah etmiştik)

-ŞERİAT ZAHİRE BAKAR NE DEMEK?

Bu noktada ŞERİAT ZAHİRE BAKAR deniliyor. Şeriatın zahire bakması şu demek, Şeriat mahkemesi yani kadı, küfür içeren söz ve davranışı olan kişiyi çağırır, sorgular. Kişinin beyanına yani zahirine göre hükmeder. Kişinin beyanı esas alınır. Yani şeriat zahire bakar. Bu sorgu makamının olmadığı yerlerde kişilerin hükmü Allah’a kalmıştır. Avam insanlara kalmamıştır. İslam kimseye bir başkasını tekfir etme hakkı ve vazifesi vermez.

-OY VEREREK SİSTEMİ AYAKTA TUTUYORSUNUZ

Diyorlar ki siz oy vererek bu sistemi ayakta tutuyorsunuz. Ayeti de okuyarak “küfretmeniz gerekirken sisteme iman ediyorsunuz…” diyorlar. Bu çok tutarsız bir iddiadır. Çünkü oy vermek bir sistemi ayakta tutmak güçlendirmek olsaydı oy verilmediği zaman sistemin çökmesi gerekirdi. Halbuki tam aksine Müslümanlar oy vermediği zaman İslam düşmanı kafirler daha güçlü gelecek ve bu sistemi küfrü yaygınlaştırmak ve İslamı ictimai hayatta yaşanmaz kılmak için araç olarak kullanacaklar, güçlendirecekler. İşte oy vermek her yerde iki şer arasından ehven olanı kuvvetlendirmek, diğerini zayıflatmaktır. Mekke’de Peygamberimize kol kanat gerip himaye eden kimdi? Ebu Talip idi. İşte oy vermek bir nevi bu hamiiyi seçmektir. Osmanlı ve bu sistemi gören iki devrin ulu hocası 4 mezhep müftüsü Ali Haydar Efendi “oy kullanmayan en kötüsüne atmış demektir” diyor. Yani ehven olanı desteklemezsen şerli olan güçlenir diyor. Şafi ve Hanefi fıkhında otorite olan Halil Günenç  Hocaefendi olayın ciddiyetini şöyle özetliyor: Bir memlekette Ateist ve hıristiyan iki parti seçime girecek olsa Müslümanların hıristiyan partiyi desteklemeleri gerekir. Neden? Kur’an ifadesiyle İslam’a daha yakın olanı güçlendirmek dolayısıyla daha uzak olanı zayıflatmak amacıyla. Avrupa ülkelerinde Müslümanların yaptığı tam da bu. Müslümanlara ılımlı olana destek veriyorlar.

   Bakın mısırda Müslüman kardeşler başa geldiği zaman selefi Nur partisi onları desteklemedi. Ne oldu? Sisi darbe yapıp başa geçti. Sistemi ele geçiren bir zalim, halka nasıl zulmetti canlı şahit olduk. Pakistan Hindistan’dan ayrılınca Hindistandaki Müslümanlar azınlıkta kaldı. Mecliste bir varlık gösteremediler. Orada da çok büyük alimler var ve onlar Hindistan gibi müşrik bir toplumun meclisine girmek şirktir demedi. Desteklediler. Ama kendilerini temsil eden bir parti olmadığı ve zayıf oldukları için şuan halleri ortada, eziliyorlar.

Bakınız büyük Hintli alim Şeyh Selman en-Nedvi, “Bizler Müslüman halkları ve 300 milyon Müslüman Hint halkını temsil ediyoruz. Zorluk ve sıkıntılara rağmen buradan Türk halkından Recep Tayyip Erdoğan’ın ve partisinin yanında yer almalarını istiyoruz.” dedi.

Yine Mısırlı Alim Yusuf el-Karadavi Türkiye mesajında seçimde Erdoğanın desteklenmesi gerektiğini söylemiştir.

Yine dünya Müslüman alimleri birliği Türkiye seçimlerden sonra Erdoğana teşekkür etmiştir.

Bunu siyasi propaganda yapmak için değil, dünya alimlerinin olaya bakışını yansıtmak için aktarıyorum. Ehli sünnet İslam alimleri arasında bu gün oy vermenin şirk olduğunu söyleyen yoktur, haram olduğunu söyleyen varsa da birkaç kişiden ibarettir. Çok büyük çoğunluk bu konuda cevaz vermekte ve gerekli görmektedir.

Oy vermek, onay vermek değildir, her yaptığını yapacağını kabul ediyorum demek değildir. Sistemi, beşeri kanunları, meclisi benimsemek değildir. Az önce söylediğim gibi en şerli olanı zayıflatmaktır.

Sistemin ayakta durması oy vermeye bağlı olmadığı gibi oy vermeyince sistem de çökmeyecektir.

Dolayısıyla Bakara 256 ve Nisa 51. Ayetlerde geçen tağut ifadelerinin sistemle, parlementoyla, vekillikle, partiyle, oy vermeyle alakası yoktur.

Diyorsanız ki, başa geçenler münkeratı yayıyorlar? Şerli kanunlar çıkartıyorlar?… Herkes yaptığının, bulunduğu makamın hesabını ahirette verecektir.

NİSA 60

(Nisa, 60) “Onu inkâr etmekle emrolundukları halde, yine tâğûtun huzurunda muhakeme olunmalarını isterler” ayetini sistemin mahkemeleri için kullanırlar. Ayet ne için indi: Münafıkla Yahudi anlaşmazlığa düşünce Yahudi haklı olduğunu bildiği için “gel senin peygamberinin hükmüne gidelim” dedi, Münafık da Kab b. Eşref’e gidelim dedi.

Yani İslami bir sistem var, Merkezi otoritede Allah’ın hükmü geçerli, had cezaları, evlilik ve boşanma huku gibi toplumsal her mevzu Allah ve Resulünün hükmüyle sonuca bağlanıyor. Böyle bir sistemde Tağut alternatif olandır, alternatif olarak aranandır. -İçinde bulunduğumuz bu sistemde Allah’ın hükmü icra edilmiyor, otorite merkezi sistem İslami değil ki. Allah’ın hükmü alternatif konumuna düşmüş. Adama diyorsun ki, gel bunu aramızda Allah’ın razı olduğu şekilde çözelim.

Anladınız mı? Yani ayete göre Allah’ın hükmünün geçerli olduğu bir sistem olacak ve o sistemde Allah’ın hükmünden kaçmak için, başka müracaat edilecek alternatifler tağuttur. Tağut ifadesi hiçbir yerde sistem bütünü için kullanılmaz zaten, put ve kişiler için kullanılır.

Mesela şöyle olsaydı. Türkiye sisteminde  Allah’ın hükmü geçerli olsaydı, biz Allah ve Resulüne göre idare edilseydik, böyle bir ortamda Allah’ın hükmünden kaçarak alternatif bir hüküm için aranan kişi veya kurum ayette geçen Tağut olurdu.

İmam-ı Muhammed İbn-i Ceririn dediği de budur: “Allah’ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tâgûttur.” (Râğıb el-Isfahani, Müfredat. “Ta-ğa” mad.)

MAİDE 44

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ , Maide 44. Ayetini delil olarak getiriyorlar. Sadece kafirun demiyor 3 yerde geçiyor ve Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler fasıklardır da buyruluyor, başka ayette zalimlerdir buyruluyor. Hangisi?

Ayetlerin tamamına baktığımız zaman ayetlerden hüküm verme makamının kastedildiği anlaşılıyor.
اِنَّٓا اَنْزَلْنَا التَّوْرٰيةَ ف۪يهَا هُدًى وَنُورiçinde hidayet ve aydınlık bulunan Tevrat’ı elbette biz indirdik.

يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذ۪ينَ اَسْلَمُوا Allah’a teslim olmuş nebiler onunla hükmetsin

لِلَّذ۪ينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَار -Allah’ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için- rablerine teslim olmuş zâhidler ve alimler de o tevratla hükmetsin diye.
وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَٓاءَۚ Hepsi onun (hak olduğunun) şahitleri idi.
فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَناً قَل۪يلاًۜ O halde insanlardan korkmayın, benden korkun da âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.

Ayetler başka bir sistemde Allah’ın hükmüyle hükmedilmediğinden değil, hüküm makamının bir takım sebeplerle Allah’ın hükmünü gizlemesi veya başka yola müracaat etmesinden bahsediyor.

-TEŞRİ’ HAKKI

Zaten meclis hüküm verme makamı değildir, yasa çıkartma makamıdır. Diyorlar ki, teşri’ hakkını meclise veriyorsunuz?

Teşri’ ne demek? Kur’an ve sünnetten çıkartılan deliller ile “Allah adına” şer’i bir hüküm ortaya koymaktır. Meclis bir yasa çıkartırken Allah adına, din adına çıkartmıyor ki bu teşri’ olsun.

Ayet hüküm verme makamıyla alakalı. Yani Allah’ın hükmüyle hükmedecek yetkili kişileri alakadar ediyor. Şeriatın hakim olduğu bir toplumda Allah’ın hükmünü icra eden kadı başka bir hüküm ararsa, nefsinden hüküm verirse ayete muhatap olur ki, bütün alimler burada niyetin önemine vurgu yapmışlardır. Bir kişi Allah’ın hükmünü kabul ettiği, helalini helal, haramını haram bildiği halde başka bir hüküm verirse zalim ve fasık olur. Allah’ın hükmünü kabul etmeyerek, inkar ederek, reddederek, küçük görerek başka bir hüküm veriyorsa kafir olur.

Mesela Taberi şöyle der: Allah Teala, indirdiği ile hükmetmeyenlerin kafirliğini, indirdiği ile hükmetmemesiyle birlikte, onu inkar edenler için genelleştirmiştir. Abdullah b. Abbas’ın da dediği gibi Allah’ın indirdiğini inkar ederek onunla hükmetmeyen herkes ehli kitabın kafirleri gibi kafirdir.

Yine Zemahşeri şöyle demiştir: Kim Allah’ın indirdiği hükümleri küçümser de, onlarla hükmetmezse, onlar kafirler, zalimler ve fasıklardır.” Çünkü şeriat mahkemesi demek Allah ve resulüne göre hüküm veren makam demek.

Düğüm noktası burası!  Bu sistemde çıkartılan yasalar Allah ve Resulü adına, din adına çıkartılmıyor. Adam diyor ki, zinayı helal kıldılar? Helal veya haram kılmak Allah adına verilen bir hükümdür. Serbest bırakmak Allah adına, din adına verilen bir karar değildir.

Münkeratın önünü açmaktan dolayı evet günahtır ama helal kılmak değildir. Bu farkı anlayınız.

Dolayısıyla bu ayetin günümüz mahkemeleriyle alakası yoktur, çünkü zaten Allah’ın hükmü icrada değildir. Yetkili mahkemeler şeriat mahkemesi değildir ki Allah’ın hükmüyle sorumlu tutulsun.

Bu sistemde bir hakim verdiği hükmün mutlak adalet olmadığına ancak sistem yasalarına uygun olduğuna inandıktan sonra bir sıkıntı olmayacaktır. Yine bir insan bu sistem içinde hakkını arıyorsa bu da tağuta başvuru olmaz, çünkü az önce dediğim gibi alternatif olarak başvurmuş değildir, öyle olsa bile Allah’ın hükmünü kabul ettiği halde bunu yapıyorsa alimlere göre tekfir edilmez. MESELA had cezalarını zaten kişisel olarak uygulamak mümkün değil ama miras konusunda erkeğe iki kadına bir hisse düştüğünden (şeriat herkesin aklına burada geliyor) bir kadına gel bu miras konusunu şeriata göre çözelim dense, kadın da Allah’ın hükmü böyle evet ama ben bu sisteme göre paylaşım istiyorum dese bu kişi günahkar olur, diğerlerinin hakkına girer ama tekfir edilmez, sen kafir oldun denilmez.

NİSA 76

(Nisa, 76). Ayeti alıp askerler hakkında yorumluyorlar
“İman edenler Allah yolunda harb ederler inkâr edenler ise “tâgut” yolunda savaşırlar. Öyleyse, o şeytanın dostlarıyla dövüşün. Şüphesiz ki, şeytanın hilekârlığı zayıftır”

  Tağut’u sisteme uyarlayınca bu ayette geçen Tağuttan yola çıkarak da askerliğe yorumluyorlar. Askerlik yapmak tağut için savaşmakmış. Halbuki ayet tam aksi bir mana ifade ediyor. Tağut yolunda savaşanlar, Müslümanlara düşman olup onları yok etmek isteyen kafir kuvvetleri. Peki, bizim askerlerimiz neyi bekliyor? Vatanı, dini, Müslümanları. Kime karşı kafir kuvvetlere karşı. Askerlik müessesi olmasa 7 düvel bir kaşık suda boğar bizi. Diyorlar ki, “askerler bu sistemi bekliyor, sistemi koruyor” kimden koruyor? Amerika, Rusya, Avrupa, teröristler bu ülkeye saldırdığı zaman sistemi değiştirmek için mi saldırıyor? Sistemle bir sorunları yok ki, zaten onlardan almışlar sistemi. Ele geçirdikleri ilk Müslüman beldesinde Müslümanların ırzlarını, namuslarını kirletiyor, ibadethanelerine saldırıyor, topraklarını ellerinden alıyorlar. Askeriyenin güçlü olması demek, ırz namus ve dinin küffara karşı korunması demektir. Dolayısıyla bugün askerler niyetine göre dini, vatanı, namusu, ibadethaneyi korumaktadır. Ve hangi askere sorulsa bunun böyle olduğu görülür. Bu güne kadar “ben laikliği bekliyorum, demokrasiyi bekliyorum” diyen bir askere rastlanmamıştır.

Dolayısıyla ayetlerde geçen tağut ifadelerini alıp işlerine geldiği gibi sisteme, partilere, oy verenlere, askerlik yapanlara kullananlar Allah adına yalan uydurup, iftira etmektedirler. Bu büyük bir kurgunun eseridir. İthaldir, yerli değildir. Suud kaynaklı, İngiliz patentlidir. Biz bu konularda tereddüte düşmeyeceğiz.

GENÇ HOCA
ehlisunnetmedya.com

BU SAYFAYI PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

YORUM YAPABİLİRSİNİZ