22.11.2024 - EHLİ SÜNNET MEDYA
Ehli Sünnet Medya

Sperm bankasından hamile kalmak ve taşıyı annelik caiz mi?

  • Sperm bankasından hamile kalmak ve taşıyı annelik caiz mi? için yorumlar kapalı
  • 668 GÖRÜNTÜLEME

Evli bir erkek ve kadının çocuk sahibi olmaya çalışması hem vazgeçilmez bir hak, hem de bir zarurettir. Çünkü evliliğin en önemli gayelerinden birisi neslin devamıdır. Çocuk, Yüce ALLAH’ın kullarına bahşettiği bir nimettir. Bu hususta Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:   “Göklerin ve yerin mülkü, Hükümranlığı ALLAH’ındır. O, dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir. Yahut o çocukları erkekler, dişiler olmak üzere çift verir. Dilediği kimseyi de kısır yapar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir, hakkıyla gücü yetendir.”1

Yüce Allah her şeyi bir sebebe bağlamıştır. Sebeplere sarılmak, kader inancına ters düşmez. Bu yüzden kendisinin veya kocasının kısırlığı sebebiyle normal cinsel ilişki yoluyla çocuk sahibi olamayan bir kadının çeşitli meşru tedavi yollarına başvurarak çocuk sahibi olması, en doğal hakkıdır. Bir takım rahatsızlıkları nedeniyle çocuk sahibi olamayan eşlerin, çocuk sahibi olabilmek için kullandıkları tekniklerden birisi de tüp bebek yöntemidir. Bu bir nevi sunî döllenme yöntemi olup, erkeğin spermi alınıp laboratuar ortamında kadının yumurtasıyla döllendirilmesi, sonra da kadının rahmine konularak hamileliğe ve doğuma imkân hazırlanması suretiyle olur. Bu konu ayrıntılı olarak tüp bebek başlığı altında anlatılmıştır.

Sunî dölleme yöntemlerinden; kocanın spermi ile karısının yumurta hücresinin alınıp, laboratuar ortamında döllendirilmesiyle oluşan embriyonun, yine karısının rahmine konulması veya kocanın spermi alınarak karısının rahim kanalına veya rahmine yerleştirilerek, içeride bir döllenmenin gerçekleştirilmesi şeklinde yapılan tüp bebek uygulaması caizdir.

Buna karşılık; kocanın sperminin, nikâhlısı olmayan bir kadının yumurtasıyla döllendirilmesi neticesinde oluşan embriyonun karısının rahmine konulması veya yabancı bir erkeğin spermi kullanılarak yapılan döllendirme sonucu oluşan embriyonun, kadının rahmine konulması veya eşlerden alınan yumurta ve spermin laboratuar ortamında döllenmesiyle oluşan embriyonun, hamile kalmaya gönüllü bir başka kadının rahmine konulması veya aralarında nikâh bağı bulunmayan bir erkeğin spermi ile bir kadının yumurtasının laboratuar ortamında döllendirilmesi ve embriyonun kadının rahmine konulması şeklindeki uygulamalar ise, neseplerin karışması, anneliğin zayi olması ve benzeri hukukî sakıncalara yol açmasına sebep olacağından kesinlikle caiz değildir. Bu bakımdan: İster evli olsun, ister evli olmasın bir kadının sperm bankasından satın aldığı spermle hamile kalması kesinlikle caiz değildir, haramdır.

Çünkü İslam dininin 5 temel prensibi var: “Dini muhafaza, nefsi muhafaza, nesli muhafaza, malı muhafaza ve aklı muhafaza.” İslam’ın nefsi ve nesli muhafaza temel prensibinde birtakım zaruri unsurlar var. Onlardan biri de nesep ve neslin devamı. Neslin devamı aile birliğine bağlıdır. Hem nesebin hem de neslin sağlıklı olarak devam edebilmesi aile çekirdeğine bağlıdır. Çocuksa, çocuk sahibi olmak ailenin gayesidir. Bu da İslam dininin nesli muhafaza prensibine bağlıdır. Eğer çocuk sahibi olamayan eşlerin durumu hastalık kabul ediliyorsa ki Dünya Sağlık Teşkilatı sağlığı ‘insanın bedenen, ruhen ve sosyal bir varlık olarak tam iyilik halidir’ diye tarif eder; zıddı hastalık halidir. Çocuk sahibi olmak, neslin devamı için önemli bir unsur olduğuna göre, olamamak bir hastalıktır. O zaman İslam dini nefsi muhafaza kaidesine göre de hastalığın tedavi edilmesini emreder. Eğer tıp dünyası çocuk sahibi olamamayı bir hastalık kabul ediyor ve bunun da tıbbî imkânlarla karşılanmasını mümkün görüyorsa İslam dini olarak bu imkânı kullanmak gereği ortaya çıkıyor. İslam’ın temel prensiplerinden birine uygun olan diğeriyle çatışıyorsa, müşterek noktaları bulmak söz konusu olmaktadır. Fert olarak canın muhafazası, nefsin muhafazası, hastalığın tedavisi sağlanırken, diğer yandan neslin muhafazası prensibi de ihmal edilmemelidir.

Alternatif üreme teknikliklerinin İslam dininin temel prensiplerinin çizdiği sınırlar içinde kullanılması meşru ve caizdir. Bu sınırlar şunlardır: Tüp bebek metodunda kullanılan malzeme ki; bunlar yumurtadır, sperm-dir mutlaka evlilik birliği içinde nikâh altındaki çiftlerden temin edilmesi vazgeçilmez bir prensiptir. Bu uygulamalarda evlilik birliğini gereksiz kılacak herhangi bir yaklaşım İslam’ın temel prensipleriyle kesinlikle bağdaşmaz. Mesela evlilik birliği yokken sperm teminiyle çocuk sahibi olmak… Tıp bunu mümkün görüyor ve uyguluyor da. Ama İslam dini buna izin vermiyor. Çünkü bu, evliliği gereksiz kılan bir uygulamadır ve nesli muhafaza prensibine de aykırıdır. Kadın eş, yumurta sahibi olarak, yumurtanın döllendikten sonra yetişmesini sağlayacak rahim sahibi olarak zaruri bir varlıktır. Erkek eş de spermin temin edilmesi veya hiç spermi olmuyorsa ileri teknolojide klonlamada (kopyalama) hücre temin edilecek varlıktır. Bu yaklaşımda evvela aile sağlığı ve saadeti için bu yöntemlerin kullanılmasına tıp uzmanları gerek duyacaklar. Tabii önce ailenin kendisi ihtiyaç hissedecek buna.

Şu bir gerçek ki çocuk sahibi olmak istiyoruz. Toplumumuzda öyle çevreler var ki, çocuk sahibi olmayı toplumun devamı için bir mecburiyet kabul ediyorlar. Çift eğer normal şartlarda çocuk sahibi olamıyorsa, yardımcı üreme tekniklerine ihtiyaç söz konusu olmaktadır. İslam, mutlaka ‘dene’ diye zorlamıyor tabii ki. Ama isterse, “bu caiz değildir” denemez. Çünkü neslin devamı İslam’ın prensibidir. Bu takdir-i ilahidir, kadere baş eğeceğiz denmesi gerekmiyor. Doktorlar buna tıbbî çare var diyorlarsa, bu çareyi kullanabiliriz. Yani bazı çevreler ‘Allah’ın iradesine mi karşı geliyorsun?’ diyor. Bu da Allah’ın iradesidir.

Kısırlığın sebebi kimde olursa olsun, nesep kavramının devamı için hem anne hem de baba tarafından genetik yapı da düzgün devam etmelidir. Annenin özellikleri rahmindeki kendi yumurtasında devam ediyor. Eskiden nesebin baba tarafından devam ettirildiği sanılıyordu. Hâlbuki bugünkü biyolojik bilgilerimize göre en azından eşit devam ettiriliyor. En yeni bilgileri devreye sokarsak annenin daha hâkim unsur olduğunu görüyoruz. 23 kromozom anneden, 23 kromozom babadan birleşiyor ama kromozom altı bir gen grubunun sadece anne yumurtasında bulunduğu tespit edildi.

Bundan dolayı annenin yumurtalıklarında bir arıza varsa bir başka kadının yumurtalığından alınacak bir kök hücre ile kadının tedavi edilmesi caiz değildir. Çünkü yumurtalığından kök hücre alınan kadının özellikleri tedavi edilen kadının yumurtalıklarına intikal edecektir. Bir başka kadından alınan yumurtanın anne adayına nakledilmesi de caiz değildir. Kök hücre ile rahmin tedavisi de caiz değildir. Çünkü riskli olmaktadır. Bugün tıp anne rahminde gelişmekte olan ceninin gen alışverişine devam ettiğini gösteriyor. Hatta sütle beslenme sırasında bazı genetik özelliklerin süt yoluyla geçtiğini gösteriyor. Babanın testisleri arızalıysa buradan özel bir cerrahi metotla sperm avına giriyorlar. Ondan da netice alınamadığında, sağlam birinin testislerinden alınan kök hücre ile tedaviye de, aynen anne yumurtasındaki gibi genetik yapıda değişiklik meydana geldiği için izin vermek mümkün olmuyor.

Tüp bebek yönteminde embriyonun, zigot oluştuktan sonra 5 gün içinde anne rahmine nakledilmesi gerekiyor. Ama zigotun üçüncü gününden sonra hücrelerin aldığı multipotent denen şekil her organa dönüşebilen yapıyı arz ediyor. Oradaki kök hücreleri alıp kullanma konusunda ciddi problemler var. İnsan zigottan başlıyor. Zigot, yumurta ile spermin ilk döllendiği anda aldığı isimdir. Normal şartlarda bu anne karnında olurken, tüp bebekte laboratuar ortamında oluyor. İnsan orada başladığı için o ilk dört beş günlük safha da insanın gelişme safhalarıdır, canlı varlıktır, insandır; onun telef edilmesi insan öldürmeye eşdeğerdir. Annenin yumurtlayan tavuk haline getirilmesi de doğru değildir.

İnsanlar ‘amcanın sperminin ya da teyzenin yumurtasının kullanılması’ hususunda ‘bu da evlatlık gibi bir şey’ düşüncesine itilmek isteniyor.

Hâlbuki bu düşünce evlatlıkla ilgili İslam dininin hükümlerini bilmemekten kaynaklanıyor. Evlat edinileni, edinenin çocuğu haline getirmiyor İslam. Hatta Kur’an-ı Kerim’de onların bizzat anne ve babalarının adıyla çağırılmaları isteniyor. Batı hukukunda olduğu gibi evlatlık aldığında nesep itibariyle size bağlı olmuyor. Sizin öz çocuğunuz olmuyor. Annesi, babası bellidir. Hâlbuki taşıyıcı annelikte genetik yapı birbirine karışıyor. Hiç benzer tarafı yok. İslam dininde nesep bellidir. Nesep nakledilmiyor. Sadece dünya hukukunda birtakım değişiklikler var. Biyolojik anne ve baba gibi kavramlar da ortaya çıkıyor. Taşıyıcı annelikten önce teyzesinin yumurtası ya da amcasının spermiyle çocuk sahibi olunmasında birçok problem çıkar ortaya. Akrabalık kavramı ortadan kalkar. Annesinin yumurtasıyla çocuk doğuran biri hem kardeşini doğurmuş olur hem de kendi çocuğunu.

Sonuç itibariyle bu zina da olmuyor, veled-i zina da olmuyor. Çün-kü veled-i zina, zina fiilinden elde edilendir. Burada zina fiili yok. Yok, ama zina fiiliyle meydana gelen çocuktan daha büyük problemler ortaya çıkarıyor bu. Çünkü zina yoluyla elde edilen çocuğun annesi-babası bellidir. Bunda dedesi, babası olabilir; teyzesi, annesi; hatta kendi kardeşini, dedesinin çocuğunu doğurabilir bir kişi. Teknik olarak adı zina değil ama İslam’ın nesli muhafaza prensibine külliyen aykırıdır. Topluma lanse edilen farklı düşüncelerden biridir taşıyıcı annelik. “Çocuk istiyorsan eşe ne gerek var?” mesajı verilmek isteniyor sanki şuur altlarına. “Bir erkeğin gelip sizi anne yapmasını beklemeyin. Bunun yerine evlat edinerek annelik duygusunu yaşayabilirsiniz.” Bu gibi haberlerin gazetelerde üst üste yayımlanması editör seçiciliğiyle açıklanabilir mi? Haberlerde, bekârlığın çocuk yetiştirmek için engel teşkil etmediği de söyleniyor. Bütün bu haberler, yardımcı üreme teknikleriyle çocuk sahibi olmada uyulması gereken tıbbî, etik ve dinî kurallar hakkındaki bilgilerin ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor aslında. Uzmanların bu konuda yaptığı yorumlar da farklılık arz edince zihinler iyice allak bullak oluyor. Hal böyle olunca daha önce kişilerin veya çiftlerin sadece kendilerinin bildiği konuya dair ‘kırmızı çizgi’ ihlalleri alenen kamuoyuyla paylaşılıyor artık.  

Dipnot
(1) Şûrâ sûresi:49-50

Mehmet Talu Hocaefendi

BU SAYFAYI PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

YORUM YAPABİLİRSİNİZ