Şiiliğin temelini atan Abdullah b. Sebe fitnesi
Abdullah İbn-i Sebe’nin Faaliyetleri
Hz Osman’ın şehadetine müncer olan ihtilafların tek sebebi, Abdullah İbn-i Sebe ve O’nun faaliyetleri değildi. Bu neticenin husülune amil olan daha başka sebeplerde vardı ki, bunlar ileride izah olunacaktır. Fakat en müessir sebebin, bu yahudiyyu’l-asıl olan şahsın tezviratı olduğu hususunda, bütün ehl-i sünnet alimleri müttefiktir. Kendiside bu kanaatte olan Prof. Dr. Muhammed Hamidullah şöyle diyor.
”…Uzun zaman bu meseleyi araştırdım.Sonuçta edindiğim kanaat şudur ki, bütün bu hadiseler, yahudilerin çevirdiği bir oyun, bir komplodan başka bir şey değildir. Hz Osman’ın katli, Hz Ali ile Az. Aişe ve daha sonra Hz. Muaviye ile olan savaşların hepsi, bir yahudi oyunu (komplo) idi. Bu komplonun idarecileri, kendilerine Müslüman diyen yahudilerdi. Taberi Tarihi’nin bu mevzudaki rivayetleri, dikkatlice okunacak olursa mesele daha iyi anlaşılır.
Hz. Peygamber (S.A.V.) zamanında Müslüman olmayan, Hz. Ömer zamanında ve belki de daha sonra Müslüman olan İbn-i Sebe, Müslüman olduktan sonra, İslam Devleti’nin her tarafına seyehat eder: Suriye, Irak, Mısır, Türkistan, Medine gibi… Gittiği her yerde, kendisine arkadaşlar bulup bunlara belli vazifeler verir. O zamanlarda uçak gibi vasıtalar olmadığı için, İbn-i Sebe’nin seyehati birkaç sene sürer. O aynı zamanda, çok iyi Müslüman görünen, namaz kılan, camiye giden ve fakat içten içe İslam düşmanı yahudieri seçer ki, bu da kolay bir iş değildi. İbn-i Sebe’nin işi bitince, yani her tarafta, kendisine uygun arkadaşları bulunca, onlara sinyal (işaret) verirdi ve hep beraber, kendilerine verilen işe başlarlardı. İbn-i Sebe’nin başlattığı iş çok enteresandı.
Mısır’dan Medine’ye bir mektup gelir. Şüphesiz bu mektup, bir yahudiden, diğer bir yahudiye yazılmıştı. Mısır’dan yazan yahudi, Medine’deki yahudi’e şöyle yazıyordu:
”Bizim memleketimiz olan Mısır’da İslamiyet namına hiçbir şey kalmadı, valimiz şarap içiyor, namaz kılmıyor, oruç tutmuyor, zina yapıyor, İslam’ın yasakladığı bütün işleri yapıyor ve birçok Müslüman’da valinin yaptığı şekilde hareket ediyor”
Mısır’dan bu mektubu yazan yahudi, aynı mektubu, Suriye’ye, Irak’a, Basra’ya, Türkistan’a vs. yazıyor. Şam’daki yahudi de aynı mealde, yani ”bizde İslamiyet kalmadı, vali kafirdir’ vs.” gibi yazdığı mektupları, bütün İslam Alemi’ne gönderir. Aynı şekilde Medine’deki yahıdi de her tarafa:
”Halifemiz kafirdir, şarap içiyor, namaz kılmıyor… vs.” mealinde mektup yazar.
Böylece, bütün İslam Devleti’nde aynı haberler dolaşır. Bu mektupları alan yahudiler, onları kendi bölgelerindeki camiilerde okuyorlar. Ve bu, bir sefer olmaz; mektuplar devam eder.
Mesela; Medine’deki yahudi, aldığı mektubu namazdan sonra camiide okur ve:
”- Bu ne korkunç şeydir? Halifemiz uyuyor mu? ‘‘ deyip halkı kışkırtır.
Ertesi gün, aynı mealdeki mektubu, ”Şam’dan aldım” , ”Basra’dan aldım” şeklinde okur ve işine devam eder.
Hergün aynı haberlerin geldiğini tasavvur edin, neticesi ne olur, ne anlaşılır? Ve neticede de diğer Müslümanlar bu haberlere inanır.
Medine Müslüman’ları düşünmeye başlar:
”Suriye, Irak, Mısır kafir olsa da Elhamdülillah, bizde hala İslamiyet var. Herkes ibadetini yapıyor.”
Mısır Müslüman’ları da aynı şekilde düşünür:
”Elhamdülillah, Mısır Müslüman kaldı, Medine ve diğer yerler kafir olmuş.”
Ve böylece, her bölge, Müslüman kaldığını düşünmeye başlar. İşte bu, İbn-i Sebe’nin idare ettiği şeytani propaganda idi.
Bir müddet sonra Medine Müslüman’ları, Hz. Osman’a gelerek:
”- Sen uyuyor musun? Suriye, Mısır ve Irak kafir oldu, sen ne yapıyorsun?” dediler.
Hz. Osman, onlara:
”Sizin de güvendiğiniz birkaç kişi seçelim ve bu yerlere gönderelim. Onlar bunun doğru olup olmadığını bize bildirsinler” der.
Bunun üzerine birkaç heyet seçilir ve İslam Devleti’nin her tarafına yollanır. Bu heyet birkaç ay sonra gelerek:
”- Bu söylenenler asılsızdır. Her tarafa İslam Kanunu cari olup, valiler de çok iyi Müslümanlardır; bunun bir tek istisnası var.” diye rapor ederler.
Bu giden heyetin içinde Hz. Ebu Hüreyre’de vardı. O der ki:
”- Her tarafta İslamiyet caridir. valiler iyidir. Fakat Mısır valisinin iyi olmadığını duydum.”
Bu sırada İbn-i Sebe Mısır’da bulunuyordu.
”…Hz. Osman, Müslümanlarla müşavere ettikten sonra, Hz. Ebubekir’in oğlunu Mısır’a vali tayin eder ve tayinine dair olan mektubu kendisine verir. Bunun üzerine Hz. Ebubekir’in oğlu, vazifesine başlamak üzere Mısır’a hareket eder. Yolda, aynı istikamette sür’atle giden birine rastlar. Hz. Ebubekir’in oğlu O’nu durdurarak kim olduğunu, nereye gittiğini sorar. Bu yolcu şu cevabı verir.
”Hz. Osman, Mısır’a gidip bu mektubu valiye vermemi, yeni valinin tayin edildiğini, O’na görevi terk etmesini söylememi ve senden daha hızlı gitmemi emir buyurdu.”
Bunu üzerine Hz. Ebubekir’in oğlu mektubu ister.
Hz. Ebubekir’in oğlu mektubu açar ve kendisini şaşırtan bir cümle ile karşılaşır. Mektupta ”size gelince” diye başlayan cümlede nokta konmamış bir kelime ile ”onu kabul ediniz!…” veya ”onu öldürünüz!…” şeklinde okunabilen bir kelimeyle karşılaşır. Bunu bize nakleden Süyuti’dir.
Tayin edilen vali, yani Hz. Ebubekir’in oğlu, bu kelimeyi, ”onu öldürün!…” şeklinde okur.
Hz. Ebubekir’in oğlu hiddetlenerek Medine’ye döner ve doğruca camiiye giderek, Müslümanlara şöyle hitab eder:
”- Siz bu halifeyi görüyor musunuz? Beni Mısır’a vali tayin ediyor, arkamdan da öldürülmem için mektup yazıyor.”
Bunun üzerine Müslümanlar, Hz. Osman’a gidip durumu sorarlar. Hz. Osman:
”- Vallahi ben böyle birşey yazmadım, haberim yok!…” diye cevap verir. İşte, Mısırlı olup Mısır tarihi üzerinde mütehassıs olan Süyuti böyle yazıyor ki, bu böyle olabilir.
Ben şahsen, bu mektubun İbn-i Sebe’nin ajanları tarafından yazıldığını zannediyorum. Bunlar mektubu yazdıktan sonra özellikle Hz. Ebubekir’in oğlunun yanına yaklaşıyorlar ki, O, bunların kim olduğunu sorsun ve mektubu istesin.
Gerçekte bu normal bir davranış değildir. Fakat bu, bir yahudi ajanı olursa, böyle yapar ve bu şekilde hareket etmesi normal olur. Eğer o mektubu Halife yazdırmış olsa, Hz. Ebubekir’in oğluna görünmemesi lazımdı. Ne olursa olsun, bazı Müslümanlar, Hz. Osman’ın yeminine inanıyor, diğerleri inanmayıp O’nun, Hz. Ebubekir’in oğlunu öldürmek istediğini zannediyorlar.
Bilhassa, İbn-i Sebe’nin Medine’deki ajanları, Halife’nin böyle birşey yapabileceğini, O’nun bir yalancı olduğunu etrafa yayıyorlardı.
Ayrıca Mısır’da bulunan İbn-i Sebe, Müslümanlar’ı kışkırtarak:
”- Halife, bize bir vali tayin etmiş, sonra da O’nu öldürme emri vermiş. O iyi bir halife değil, kafirdir. O’nu öldürmek lazımdır.” diyerek ve bir isyan ordusu teşkil ederek, Mısır’dan, Medine üzerine yürür. İbn-i Sebe’nin kumanda ettiği bu ordunun çoğu yahudi idi.
Mısır ordusu Medine’ye gelip, Hz. Osman’ın evini kuşatır. Hz. Ebubekir’in oğlu kışkırtılır ve O’na:
”- Halife seni öldürmek istedi!” deyip, kandırılır.
Hz. Ebubekir’in oğlu, bu isyancılarla Hz. Osman’ın evine gider. Kapılar kapalı olduğu için merdivenlerle dama çıkıp, Halife’nin evine girerler. Hz. Ebubekir’in oğlu, Hz. Osman’ı öldürmek için sakalından tutar. Hz. Osman, O’na:
”- Şayet senin baban hayatta olup, seni bu halde görseydi, ne düşünürdü?” der.
Bunun üzerine Hz Ebubekir’in oğlu titremeye başlar ve bir şey yapmadan çekip gider. Fakat O’nunla beraber içeri giren yahudiler, meseleyi hallederler ve Halife’yi öldürürler.
Ve kaynaklarımız Hz. Osman’ın o anda oruçlu olup, Kur’an okuduğunu yazıyorlar. Ve O’nun öldüren şahsın, Kur’an’a bir tekme vurduğunu belirtiyorlar.
Hiçbir Müslüman bu hakareti yapamaz. Bunu yapanın bir gayr-i müslim olması lazımdır. Daha başka şeylerde olur teferruata girmek istemiyorum.
Hz. Osman şehid edilir. Bu yahudiler, Hz Osman’ı öldürdükten sonra, korkmaya başlarlar. Hatta Hz. Osman’a muhalif olan Müslümanlar dahi:
”- Hz. Osman nasıl öldürülür?” diye şaşırıp üzülürler.
Onun için, suçlu derhal yakalanıp, kıssas tatbik edilmesini isterler. O dönme yahudiler şöyle düşünürler:
”- Bizi koruyacak bir Müslüman bulalım, yoksa Müslümanlar bizi yakalayıp, başımızı vuracaklar.”
İlk önce Hz. Ali’ye gidip:
”- Halife öldü, müsade et, sana biat edelim, sen çok iyi bir Müslümansın.” derler. Hz. Ali:
”- Hayır, istemiyorum” der.
Daha sonra yahudiler, Talha, Zübeyr ve diğerlerine giderlerse de hiç kimse onların teklifini kabul etmez. yahudiler tekrar Hz. Ali’ ye gelerek, çok ısrar ederler. Sonunda Hz. Ali der ki:
”- Ben bunu, siz isteğiniz için değil, fakat bütün Müslümanlar isterse kabul ederim.”
Bunlar, şehirde ilan ederek Hz. Ali’nin Müslümanlar’la konuşmak için camiiye toplanmalarını istediğini söylerler.
Hz. Ali minbere çıkar ve:
”- Bizim masum Halifemiz öldürülmüştür. Yerine bir halife seçmemiz lazım. Aranızdan birini seçin!..” der.
Herkes Hz. Ali’nin halife olmasını ister ve kendisine biat olunur. Fakat orada bulunanlar, alelade insanlardı. Mühim olan şahsiyetler, oraya gelmemişlerdi. Abdullah b. Ömer, Talha, Zübeyr vs. gibi yüksek şahsiyetler oraya gelmemişti. İsyancı yahudiler, Hz. Talha ve Zübeyr’i tevkif ederek onlara:
”- Şayet biat etmezseniz, sizi öldürürüz!…” diye tehditte bulunurlar.
Bunun üzerine anılan şahıslar, tehdit altında biat ederler. Medine’ deki İslam ordusu, Hac için Mekke’ye gittiğinden, Hz. Ali’yi koruma vazifesini, Mısır’dan gelen bu yahudi ordusu üzerine alır. Bunlar kısası tatbike izin vermezler. Yani Hz. Osman’ın katilinin yakalanıp, öldürülmesini istemezler. Bunun üzerine ne yapacağını bilmeyen Hz. Ali bekler. yahudiler, bununla iktifa etmeyip, fitne fesatlarına devam ederler.
İslam Devleti’nin her tarafına mektuplar yazıp şöyle propaganda yaparlar:
”- Halife öldürüldü. O’nun yerine geçen yeni Halife, yani Hz. Ali, kısas tatbik etmek istemiyor; işte bunun için, yeni halifeye isyan etmek lazmdır. Bu hususa dair, müşahhas delillerimiz vardır.”
Hz Aişe’nin ağzından, birçok mektup yazılır. Ve bu mektuplarda güya Hz. Aişe şöyle der:
”- Ey Müslümanlar! Hz. Ali’ye isyan ediniz.”
Daha sonra Hz. Aişe’ye:
”- Sen böyle mektuplar yazdın mı?” diye sorulduğunda, O:
”- Vallahi, ben hiçbir zaman böyle şey yazmadım. ”demiştir. Ve böylece aynı komplo devam eder. ”
TARİHTEN GÜNÜMÜZE TAHRİF HAREKETLERİ – I. CİLD – KADİR MISIROĞLU (SAYFA 31-38)