15.06.2025 - EHLİ SÜNNET MEDYA
Ehli Sünnet Medya

Gadir-i Hum Nedir? Şiaya tokat gibi cevaplar

Şimdi biz birçok yalanı içinde barındıran bu hurafenin aslını ortaya çıkartmak için size Veda Haccı’ndan sonra vuku bulan bu hadisenin sahih kaynaklarda açıklandığı şekliyle mahiyetini beyan edeceğiz.

Zeyd ibni Erkam (Radıyallahu Anh) şöyle anlatmıştır: Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) Veda Haccı’ndan dönerken Gadir-i Hum denen yerde konakladığında, bazı ağaçların altının süpürülmesini emretti. (O makamda konuşma yapmak üzere kalkarak, Allah-u Te’ala’ya hamd-ü senada bulunup, AlIah-u Te’ala’nın dilediği şekilde vaaz-u nasihatta bulunduktan) sonra şöyle buyurdu:

‘Sanki ben (Rabbim tarafından ahirete) davet olundum ve icabet ettim (vefatım yaklaştı diye anlıyorum). Şüphesiz ki ben, sizin içinizde iki ağır (şerefli, kıymetli) emanet bıraktım ki, biri diğerinden daha büyüktür, (onlar da:) Allah’ın kitabı ve Ehl-i Beytimdir. Onlar hakkında bana nasıl halef (benden sonra onlara nasıl sahip) olacağınıza iyi bakın, çünkü onlar Havz (Kevser Havzın)ın başında bana gelinceye kadar (birbirlerinden) asla ayrılmayacaklardır.’ Sonra: ‘Şüphesiz ki Allah-u Te’ala, benim Mevlamdır (dostumdur). Ben de her müminin dostuyum’ buyurup, Ali (Radıyallahu Anh)ın elinden tutarak: ‘Ben kimin dostu isem, şu da (Ali de) onun dostudur. Ey Allah! Ona dost olana dost ol, ona düşman olana düşman ol’ buyurdu.”

Hadis-i şerifi Zeyd (Radıyallahu Anh)dan rivayet eden Amr ibni Vasile (Radıyallahu Anh)Şöyle anlatıyor: “Ben Zeyd’e ‘Sen bunu Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve sellem) den işittin mi?’ diye sorduğumda, o: ‘Ağaçların altında olan herkes mutlaka Rasiilüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem)i gözleriyle gördü ve kulaklarıyla işitti’ diye cevap verdi. (Hakim, el-Müstedrek, no:4576, 31118, Taberani, el-Mu’cemü’l-Keblr, no:4969, 51166)

Bera (Radıyallahu Anh)dan diğer bir rivayete göre, Ömer ibni Hattab (Radıyallahu Anh) Hazreti Ali ile karşılaştığında: “Ey (Ali) ibni Ehi Talib, ne mutlu sana! Benim dostum ve bütün mümin ve müminlerin dostu oldun” dedi. (Fahruddin er-Razi, et-Tefslru’l-Kebfr, 12142, A/üsf, Rühu’l-me’ani, 61194)

Sapık Şi’a Fırkasının ve Onların İtikadında Olanların İddia Ettiği Gibi Gadir-i Hum’da Rasülüllah ~ Hazreti Ali’yi Kendisinden Sonra Halife Tayin Etmiş Değildir

Sapık Şi’a mezhebi, bu rivayetten yola çıkarak Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’den sonra Hazreti Ali (Radıyallahu Anh)ın halife olduğunu iddia etmişlerdir. Halbuki bu rivayetlerde Şi’a’nın iddia ettiği gibi istihlaf (halife tayini) söz konusu değildir.

“en-Nihaye” isimli eserde zikredildiğine göre; “Gadir-i Hum” Mekke ile Medine arasında bulunan bir yerin ismidir ki, orada bir pınar bulunmaktadır. Rasulüllah Veda Haccı’ndan dönüşte orada konaklamış ve bazı kimselerin Hazreti Ali’nin Allah yolundaki sert tutumundan dolayı Rasulüllah’a şikayetlenmeleri üzerine orada bir hutbe okuyarak Hazreti Ali’nin faziletini ve hakkında söylenilenlerden beraatini açıklamıştır.
Nasıl ki bir ayetin sebeb-i nüzilü (iniş sebebi) bilinmeden manası tam ve doğru bir şekilde anlaşılamıyorsa, bir hadis-i şerifin de sebeb-i vürudü (söylenme nedeni) bilinmeden o hadis-i şerif doğru anlaşılamaz. Konumuzda da bazı kimseler Hazreti Ali Efendimiz hakkında ileri geri konuşunca Rasfilüllah ~ onun faziletini açıklamak üzere bu konuşmayı irad buyurmuştur.

Nitekim İbni Kesir (Rahimehullôh) şöyle anlatmıştır: Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) Ali (RadıyallahuAnh)ı Yemen’deki ganimetleri almak için bir ordu ile birlikte yola çıkarmıştı. Veda Haccı olduğunda Ali (Radıyallahu Anh) yanına kurbanlıklarını da alarak Rasulüllah ile birlikte yapılacak hacca yetişmek için Yemen’ den Mekke’ye acele dönüş yaptı. Arkadaşlarından birini de ordunun başına amir seçti.

O zat Ali (Radıyallôhu Anh) ile birlikte kazanılan ganimetler içerisinden bir takım elbiseleri ve değerli giysileri orduya dağıtıp giydirdi. O ordu Mekke’ye yanaşırken Ali (RadıyallahuAnh) onları karşılamak için yola çıktı. Birdenbire onların üzerindeki değerli elbiseleri gördüğünde vekiline: “Yazık sana, bu yaptığın nedir?” deyince o: “Topluluğu giydirdim ki insan içine çıktıkları zaman güzel görünsünler” diye cevap
verdi. Bunun üzerine Ali (Radıyallahu Anh): “Sen Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem)e varmadan önce bu elbiseleri ordunun üzerinden çıkar” dedi, o da insanlardan elbiseleri çıkarıp toplattı. İşte Ali (Radıyallahu Anh)ın bu davranışı nedeniyle ordu şikayetini aşikar
etti, insanların Ali (Radıyallahu Anh)dan müşteki (şikayetçi) olduklarını duyan Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) de bu konuda bir konuşma yaptı.

Ali (Radıyallahu Anh) insanları zekat develerini kullanmaktan engellediği için ve ondan habersiz vekilinin dağıttığı hülle (değerli giysi)leri geri alması sebebiyle dedikodu yapmaya başlayınca Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buna üzüldü, fakat hac esnasında bu konu yayılmışsa da bu mevzuya temas etmedi. Ama vazifelerini bitirip hacdan dönerken Medine yolu üzerinde bulunan Gadir-i Hum mevkıine uğradığında insanların arasında ayağa kalkıp bir konuşma yaparak Ali (Radıyallahu Anh) hakkında konuşulan ithamlardan onun sahasını beri (uzak) tuttu, şanının yüceliğini beyan etti ve birçok insanın kalbinde ona karşı yerleşen yanlış anlayışı gidermek için onun faziletine dikkat çekmiş oldu. (İbnü Kesir, el-Bidôye ve’n Nihaye,

Görüldüğü üzere Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) bu konuşmayı hac mevsimi esnasında yapmamışsa da Medine’ye ulaşıncaya kadar da tehir etmedi. Bu hutbe hicretin 10. yılında Zilhicce ayının on sekizinci Pazar günü orada bulunan bir ağacın altında irad edilmiştir.

Sapık Şi’a mezhebi bu hutbe ile ilgili birçok rivayetler uydurmuşlar, hatta Zilhicce’nin on sekizinci gününün orucunun altmış ay oruca denk olduğuna dair bir hadis bile uydurmuşlardır. Yine böylece sapık Şi’a fırkası, orada Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’e kendisinden sonra Hazreti Ali (Radıyallahu Anh)ın halife olacağına dair vahiy geldiğini, fakat bazı kimselerin bunu istemeyeceğinden çekindiği için, Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) in bunu gizlediğini söyleyerek hem Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem)
hem de Hazreti Ali Efendimiz’e büyük bir iftirada bulunmuşlardır.

Halbuki Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) bu konuşmasında Ali (Radıyalliihu Anh)ın kendisiyle dost olan herkesin dostu olması gerektiğini ifade etmekten başka bir söz sarfetmemiştir ki bunda onun kendisinden sonra halifesi olduğunu açıklayan hiçbir delil yoktur.

Gadir-i Hum Hutbesinde Hazreti Ali’nin Hilafetini Bildiren Hiçbir Delil Bulunmadığına Dair Deliller
Ulema tarafından bunun izahı birkaç türlü yapılmıştır.

1) Bu hutbede geçen “Ben kimin dostu isem Ali de onun dostudur” sözü halifelik manasında olsaydı Veda Haccı’nda bulunan sahabenin ekseriyeti dağıldıktan sonra değil de o güne kadar Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem)in ve sahabesinin en kalabalık ve en toplu halde bulundukları Arafat Vakfesi’nde veya Mekke’de bulunduğu sırada söylenmeliydi. Ama iş dönüşe kadar tehir edildi. İşte bu, durumun Medine’ye dönecek olan sahabeye has olduğuna delalet etmektedir. Zira Ali (Radıyallahu Anh) hakkında ileri geri konuşanlar Medine ehlinden onunla birlikte gazaya çıkanlardır ki bunlar sınırlı sayıda kimselerdir. Veda Haccı’n da bulunan yüz bini aşkın sahabeye bu durumun anlatılmasında bir fayda yoktur.

Kimileri: “Gadir-i Hum mevkıi hacıların ayrılma noktasıdır, bu husus onun için orada ilan edilmiştir” diyerek yanlış bilgilerle insanları kandırmaktadırlar.

Zira Gadir-i Hum’un bağlı olduğu Cuhfe Mekke’den takriben 250 kilometre uzaktadır ki burası hacıların ayrılma noktası olamaz. Zira hacıların toplanma yeri Mekke iken dağılma noktası nasıl 250 kilometre uzakta olabilir. Zaten Mekke ehli Mekke’de kalmaktadır. Taif ehli Taif’e, Yemen ehli Yemen’e, Irak ehli Irak’a dönerken hiçbirinin yolu Cuhfe’ye uğramaz, hatta ters tarafta kalır. Haccını bitiren sahabeden her biri ve Arap kabileleri dönerlerken kendi memleketlerine gidecek güzergahı takip ederler. Bu durumda Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) in yanında ancak Medine ehli ile köyleri Medine yolunca olan bazı kabilelerden başkası kalmaz. İşte Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) bu konuyu sadece onlara duyurarak Yemen gazasında Hazreti Ali’ye karşı taşıdıkları kınama tutumundan vazgeçmelerini hedeflemiştir.

Peki Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) niye bu konuşmayı Medine’ de yapmayıp yolda yapmıştır meselesine gelince; Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) her konudan fitne çıkartmaya çalışan münafıkların bu konuyu işiterek ensarı Ali (Radıyallahu Anh)a karşı daha ziyade düşman etme çabalarına girmelerini engellemek için ve bu hadiseyi hilelerinde kullanacakları bir istismar malzemesi yapamamaları için bu hutbeyi Medlne’ye kadar tehir etmemiştir.

Nitekim kendisi bu konuşmadan sonra Ali (Radıyallahu Anh) ile birlikte Yemen savaşına çıkan ensarın kalbinde ona karşı en ufak bir kötü düşünce kalmayacağını hatta kalplerindeki muhabbetsizliğin sevgiye, dostluğa ve desteğe dönüşeceğini çok iyi bilmiştir ve öyle de olmuştur. Zira bazı konularda fırsat bulup ortalığı karıştıran münafıklar bu sebeple Medine’de hiçbir fitne çıkaramamışlardır. (Salih eş-Şami, Edva’
ali Diraeti ‘s-Sirati’n-Nebeviyye, sh: 113-114; Eseru ‘t-teşeyyu’ ale’r-Rivayati’t-tarihıyye, sh:304, Ali Muhammed es-Sal/iibf, Esne’l-Metiilib fi Sfreti Emfri’l-mü’minfn Ali ibni Ebf Talib, sh:707)

2) Hadis-i şerifte geçen “Mevla” kelimesi bir çok manaya delaleti olan bir kelimedir. Nitekim
Araplar bu kelimeyi “Sahip”, “Malik”, “Yardımcı”, “Nimet veren”, “Seven”, “Halif (kendisiyle antlaşma yapılan kişi)”, “Köle”, “Azat edilmiş köle”, “Amcaoğlu” ve “Dünür” gibi manalarda kullanmışlardır. (İbnü’l-Esfr, en-Nihiiye, 51228)

İşte bu hadis-i şerifte de Hazreti Ali (RadıyalIahu Anh) hakkında kullanılan “Mevla” kelimesi
dost manasındadır. Zira Rasulüllahın bu konuşmasının sonunda:
“Ey Allah! Ona dost olana dost ol, ona düşman olana düşman ol” (Hakim, el-Müstedrek,
no:4576, 31118, Taberani, el-Mu’cemü’l-Kebir, no:4969, 51166) buyurmuş olması geride zikrettiği “Mevla” kelimesinin ne anlama geldiğini şerhetmektedir ki böylece Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) herkesin Ali (Radıyallahu Anh)ı sevmesi ve ona düşmanlık yapmaktan sakınması gerektiğini açıklamış olmaktadır. Dolayısıyla bu hadis-i şerifte Ali (Radıyallahu
Anh)ın Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) den sonra halife olduğuna bir delalet yoktur. Zira Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) bu kelimeyi kullanarak hılafet manasını kastetmiş olsaydı bunca manaya ihtimali olan bir kelime kullanmazdı. Aksine Arapların en fasihi (düzgün konuşanı) kabul edilen Nebi Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) “Benden sonra Ali halifemdir” veya “Benden sonra imam (devlet reisi) Ali’dir” yahut “Ben öldüğüm zaman Ali ibni EbiTalib’i dinleyin ve ona itaat edin” gibi var olduğu pompalanmaya çalışılan ihtilafı tamamen ortadan kaldıracak net bir ifade kullanırdı. Lakin bunu yapmadı, ancak: “Ben kimin dostu isem, şu da (Ali de) onun dostudur” buyurmakla yetindi ki bu da bize maksadını açıklama hususunda yeterli bir delildir. (Osman ibni Muhammed el-Hamfs, Hukbetün mine’t-Tiirfh, sh:185)

3) Müvalat vasfı Ali (Radıyallahu Anh) hakkında şu anda da sabittir, çünkü Hazreti Ali (Radıyallahu Anh)a dostluk yapmak bir dönem onun halifelik yapmasıyla olmuş bitmiş bir sıfat değildir. Bilakis her Müslümanın onu sevip sayması ve düşmanlığından sakınmasının lüzumu şu anda da geçerlidir.

Dolayısıyla Ali (Radıyallahu Anh) Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) in hayatında da vefatından sonra da müminlerin dostu olduğu gibi kendisi vefat ettikten sahra da halifeliği bitmiştir ama müminleri dostu olma vasfı bitmemiştir.

İmam-ı Şafi’i (Rahimehulliih) bu hadis-i şerif hakkında: “Burada İslam dostluğu kastedilmiş tir, nitekim: ,,.’İşte sana! Bu şu sebepledir ki; gerçekten Allah o iman etmiş olan kimselerin Mevla’sı (yarı ve yardımcısı)dır. O kafirler ise, şüphe siz ki onlar için (kendilerini savunacak) hiçbir mevla yoktur’ (Muhammed Suresi:ll) ayet-i kerimesinde de kastedilen mana budur” demiştir. (İbnü ‘-Esir, en-Nihiiye, 51228) Dolayısıyla bu hadis-i şerif Ali (Radıyallahu Anh)‘ın Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) den sonra halife olduğuna delalet etmez. Ancak Ali (Radıyallahu Anh)m Allah-u Te’ala’nın velilerinden olduğuna ve bu itibarla müvalatı yani sevilmesi, desteklenmesi ve yar dımsız bırakılmaması gerektiğine delalet eder. 4) Bu hadis-i şerifte, faziletini bilmeyenlere Ali (Radıyallahu Anh)m üstünlüğünü anlatılarak, ona düşmanlıktan kendilerini vazgeçirme gaye si hedeflenmiştir. Nitekim Büreyde (Radıyallahu Anh) şöyle anlatmıştır:

anlamışlardır ki bizim onlardan daha iyi anlaya
cak halimiz yoktur. Şöyle ki Ali (Radıyallahu Anh)a “Ya Mevlana” diye nida edildiğinde kendisi bu
lafızdan imamet ve imaret (halifelik ve devlet reisliği) manasını anlamamıştır. Nitekim Riyalı el-Haris (Radıyallahu Anh) şöyle anlatmıştır: “Ali (Radıyallahu Anh) Rahbe belde
sinde bulunuyorken yanına bir cemaat gelerek: ‘Ey mevlamız! Sana selam olsun’ dediler. Bunun üzerine o: ‘Siz Arap bir toplumsunuz, bu durumda ben sizin nasıl mevlanız olabilirim’ deyince onlar: ‘Biz Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) i Gadir-i Hum günü:

‘Ben kimin mevlası (dostu) isem, şu da (Ali de) onun mevlasıdır (dostudur)’ buyururken işittik’ dediler. Onlar giderken peşlerine düştüm ve onların kimler olduğunu sorduğumda: ‘Ensardan bir cemaat ki içlerinde Ebu Eyyüb el-Ensari de var’ cevabını aldım.” (Ahmed ibni Hanbel, Fedailü’s-sahabe, no:967, 21702)

Görüldüğü üzere burada Hazreti Ali (Radıyallahu Anh) şahsına kendisiyle nida edilen “Ey mevlamız” tabirindeki “Mevla” lafzını, imam (devlet reisi) ve halife manasında kabul etmemiştir. Eğer öyle olsaydı fasih bir Arap olan Ali (Radıyallahu Anh) kendisine bu lafızla selam verenlere itiraz etmezdi, çünkü o dönemde kendisi halife idi. Bilakis kendisi bu lafzı azatlı kölenin sahibi anlamına gelen “Mevla” manasında değerlendirdiği için onlara: “Siz Arap bir toplumsunuz, azatlı köle olmanız düşünülemez, bu durumda ben sizin nasıl efen diniz olabilirim?!” şeklinde cevap verdi. Onlar ise kendisine: “Gad1r-i Hum gunu
Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) senin hakkında bizim mevlamız ve dostumuz olduğunu açıkladığı için biz sana bu tabirle selam verdik” diye açıklama yaptılar. Dolayısıyla “Mevla” tabirinden Hazreti Ali’nin kendisi de sahabe de hiçbir zaman anlamamışlardır. (Muhammed el-Hadır, Sümme
Ebsartü ‘l-hakika, sh: 200)

6) Hazreti Ali’ nin torunları dahi bu hadis-i şerifin manasında halifelik kastedilmediğini açıklamışlardır.

Nitekim Hazreti Hasen (Radıyallôhu Anh)ın oğlu, babasının vasisi ve dedelerinin sadakalarının velisi olan Hasen-i Müsenna (Radıyallahu Anh)a: “Bu rivayet Hazreti Ali (Radıyallôhu Anh)
ın halifeliğine delil midir?” diye sorulduğunda, O: “Rasulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) onun halifeliğini açıklamak isteseydi elbette: ‘Ey İnsanlar! Benden sonra sizin veliyy-i emriniz (idareciniz) budur. O halde onu dinleyin ve itaat edin’ buyururdu” dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti: “Allah’a yemin ederim ki, Allah ve Rasalü halifelik için Ali (Radıyallahu Anh)ı seçseydi de o, bu iş için
öne çıkmasaydı elbette en büyük hatayı işlemiş olurdu (ki dedemin böyle bir günaha düştüğü asla düşünülemez).” (Alusi, Ruhu’l-me’ani, 61195)

Yine böylece Hasen-i Müsenna (Radıyallahu Anh)ın oğlu Abdullah el-Kamil: “Devlet yönetimi hususunda başkası için olmayan haklar bizim için de yoktur. Ehl-i Beyt’ten olan hiç birimizde Allah-o Te’ ala tarafından itaati farz kılınmış bir imam bulunmamaktadır” (Beyhaki, el-itikad, sh:l82-183) diyerek Şi’a’nın iddia ettiği
gibi Ehl-i Beyt imamlarının içerisinde peygamber gibi masum imamlar bulunduğunu reddetmektedir.

Bütün bunlar Şianın ve maşalarının iddialarını çökertmektedir.

BU SAYFAYI PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

YORUM YAPABİLİRSİNİZ