24.03.2025 - EHLİ SÜNNET MEDYA
Ehli Sünnet Medya

Tasavvufta İrade

Sözlüklerde istemek, arzu etmek, dilemek ve meyletmek gibi anlamlara gelen “irade”, tasavvufî bir kavram olarak kulun Allah Teâlâ’nın rızasına ermek için nefsinin istek ve yönlendirmelerini (hevâsını) terk etme kararlılığıdır. İradenin özünde bilinçli bir kasıt ve yönelme vardır. Günahtan sevaba, kötülükten iyiliğe, maddeden manaya doğru olan bu yönelmenin (seyrin) gayesi ise Hakk’ın sevgisine ulaşmaktır. Bu sevgiye ulaşmayı irade eden kişiye “mürid” denir. 

Sûfîler irade kavramını açıklarken Sabah akşam Rablerinin rızasını isteyerek O’na yalvaranları kovma.” (En’am 52) ayetine atıf yaparlar. Bu ayette anlatılan sahabîler, sabah akşam yalvararak Rablerinin rızasını irade etmektedir. İmam Kuşeyrî kuddise sırruhû bu ayeti tefsir ederken, iradenin kalpte meydana gelip kişiyi Hakk’a ulaştıracağını ve böylece kalbin sadece O’nunla sükûna erip sabit kalacağını söyler.

İmam Kuşeyrî hazretleri iradeyi şöyle açıklar: “İrade, âdet üzere olan şeyi terk etmektir. Genellikle halkın âdeti gaflet mahallinde gezinmek, nefsin isteklerine tâbi olmak ve değersiz isteklerin davet ettiği şeye dalmaktan ibarettir. Mürid bunun gibi bütün hususlardan sıyrılıp çıkmıştır. Bu gibi şeylerden çıkışı, iradesinin sahih olduğunun emaresi ve delilidir. Bu hâle, âdetten çıkış manasına gelen ‘irade’ ismi verilmiştir.”

Ebû Ali ed-Dekkâk kuddise sırruhû iradeyi, “Gönülde bir yanış, kalpte bir alevleniş, vicdanda bir sızlanış, içte bir ıztırab çekiş, yüreklerde tutuşan bir ateşlenme” olarak tarif ederken, Mürtaiş hazretleri, “Nefsi istek ve arzularından alıkoymak, Allah’ın emirlerine yönelmek, O’nun takdir ettiğine razı olmak” olarak açıklar. 

Muhammed b. Hafîf kuddise sırruhû ise iradeyi şöyle tanımlar: “İrade, kalbin ulaşmak istediği şeye yükselme hedefidir. İradenin hakikati çalışmaya devam etmek ve rahatı terk etmektir.” 

Bu tanımlara yakından baktığımızda iradenin kişide bir değişikliğe sebep olduğu ve onu Hakk’ın rızası doğrultusunda harekete geçirdiğini görürüz. Zaten irade, yalın anlamıyla insanın harekete geçme gücünden ibarettir. Bu gücü bazen amel ederek, bazen günahları terk ederek bazen de başımıza gelen olaylara razı olarak gösteririz. Rahatını düşünen ve tembellikten kurtulamayan kişinin ise iradesinden bahsedemeyiz.

Abdullah Ensârî Herevî hazretleri iradeyi üçe ayırır: 

• Sırf dünya için irade: Bu iradenin üç alameti vardır. Dünyevî varlığın artması için dinin azalmasına razı olmak, dervişlerden yüz çevirip onlarla muhatap olmaktan kaçınmak, sadece dünyevî gayeler için Allah’a sığınmak.

• Sırf âhiret için irade: “Bu iradenin üç alameti vardır. Dinin selameti için dünyevî varlığının azalmasına razı olmak, dervişlere yakın olup onlarla dostluk kurmak, sadece âhiret mükâfatı için Allah’a sığınmak.

• Sırf Allah için irade: Bu iradenin de üç alameti vardır. Her iki âlemi de bir kenara koymak, yaratılmışlardan azat olmak, kendi nefsinden kurtuluşa ermek.

Dünyaya karşı irade, dünyanın süsüne karşı olan ilgiyi anlatır ki aslında bu irade kişiyi nefsinin kölesi eder. Âhiret için gösterilen irade ise dünyayı âhirete değişmeyi ifade eder. Böyle kişinin amacı cennete girmektir. Hakk’a yönelen irade ise kişiyi cehennem korkusundan ve cennet isteğinden kurtarır. Bu kişinin gözünden sebepler perdesi kalkmış ve hakiki faile odaklanır hale gelmiştir. Ayrıca nefsinin dizginlerini ele alarak hakiki hürriyete kavuşmuştur. 

Sûfîler iradeyi aynı zamanda kişisel iradenin terki anlamında da kullanmışlardır. “İradesinden sıyrılıp çıkmayan kimse mürid olamaz” sözünde geçtiği üzere, hakiki irade kişinin kendi isteklerinden vazgeçip Hakk’ın iradesine tâbi olmasıdır. Nitekim Ebu Bekir Şiblî hazretleri buyurur ki: 

“Kulluk, senin iradenin O’nun iradesinde ortadan kalkması, senin tercihinin O’nun tercihinde hükümsüz kalması ve O’nun rızasında senin arzularının terk edilmiş olmasıdır.”

Bâyazid-i Bistâmî hazretleri de bu konuda şöyle demektedir: 

“Gerçek âbid ve ihlâslı kişi odur ki, çabalama kılıcıyla bütün isteklerinin başını koparır, bütün istek ve hevesleri Hak sevgisinde yok olup gider. Ancak Hakk’ın irade ettiğini sever, O’nun istediği şeyi arzular.” 

Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri tasavvufu; “Hakk’ın seni senden öldürüp, kendisiyle diriltmesi” olarak tanımlar. Bu tanımda “seni sende öldürmesinden” kasıt kişinin kendi iradesinden Hakk’ın iradesi namına vazgeçişidir. Bu bir süreç olup, mürid seyr ü sülûkuna devam ettikçe bu hale ulaşır. 

Sözün özü, “İrade, kalbin Hak Teâlâ’yı talep etmeye azmetmesidir.” İhlâslı bir niyetle bütün aza ve cevahiriyle hakikate yönelmek, nefsin alışkanlıklarından yüz çevirmek için harekete geçmektir ki buna kısaca “kalp kapısında nöbet tutmak” da diyebiliriz.

/Alıntı

BU SAYFAYI PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

YORUM YAPABİLİRSİNİZ