Şiilerin Hazreti Ömer’in Hz. Fatıma’yı dövdüğü yalanı
Soru: Şii temayülü olan bazı blog sitelerin paylaşımlarında ashâb-ı kirâmı (Allah hepsinden razı olsun) ve hususiyle de Hazreti Ömer radıyallâhu anh’ı hedef alan bazı nakillere yer verilmiştir. “Hz. Fatıma’yı kim darp etti? Hz. Ali (a.s) Ne yaptı?” başlığıyla kaleme alınan ve bazı hezeyanlara yer veren bu yazıda geçen ifadeler şu şekildedir:
“Aynı şekilde ehli sünnetin meşhur müfessiri Âlûsî, şöyle yazmakta:
Ömer ateş isteyerek onunla evi tutuşturdu. Sonra kapıya yüklenerek onu açtı ve içeri girdi. Fatıma (s.a) Ömer’in tarafına gelerek: “Ey Babacığım! Ey Resulallah! Diye feryat etti. Ömer kılıcını kınında olduğu bir şekilde kaldırarak Hz. Fatıma’nın mübarek yanına (kaburgasına) vurdu. Sonra kamçısını çıkararak Hz. Fatıma’nın koluna vurdu. Hz. Fatıma “Ey Babacığım!” diye feryat etti. Hz. Ali (a.s) yerinden sıçrayarak Ömer’in yakasından tutarak onu hızlı bir şekilde çekerek kaldırıp yere vurdu. Burnuna ve boynuna vurdu.
(Alusi Bağdadi, Allame Ebu’l Fadl Şahabuddin es- Seyyid Mahmut ‘Ölümü 1270 hicri’ “Ruhu’l Meani fi Tefsiri’l Kur’ani’l-Azim ve’s-Sebu’l-Mesânî, 4/124, Daru İhyaî’t-Turas el-Arabi, Beyrut)
Âlûsî, bu rivayeti hiçbir eleştiri ve haşiyeye inmeden nakletmiştir. Bunu bu şekilde açıklaması rivayeti kabul ettiği anlamına gelmektedir.” (blogtaki yazı bu şekilde son buluyor)
Bu rivayet gerçekten Alusi Tefsiri’nde geçiyor mu? Yazarın dediği gibi Alusi bu rivayeti kabul ederek eleştirmeden mi aktarmıştır?
Cevap: Öncelikle şunu ifade edelim ki Allame Şihâbüddin el-Âlûsî son dönem önemli ehl-i sünnet müfessirlerdendir. Ancak kendisinden bu nakli yapanlar burada gayet büyük bir çarpıtmaya imza atmışlardır.
Nitekim Arapça ilmine vukûfiyeti olanlar nakli kaynağından kontrol ettiklerinde görecekleri üzere, Âlûsî bu konuya Âl-î İmrân sûresi 28. ayetin tefsirinde ele aldığı “takiyye” konusunu işlerken girmiştir. Takiyye hakkında Ehl-i sünnetin görüşlerine yer verdikten sonra, Şia’nın görüşlerine geçen Âlûsî (rahimehullah), onların bu konuda farklı görüşleri olduğunu, içlerinden bazılarının çok ileri giderek en ufak bir korku yahut arzu/istek anında takiyye yaparak küfrü izhar etmenin (dil ile kafir olduğunu söylemenin) bile caiz hatta vacip olduğunu aktardıktan ve bunun ölçüsüzlük ve aşırılık olduğunu ifade ettikten sonra şöyle der:
“Bu görüşte olan Şia, kendi imamlarının ehl-i sünnete uygun düşüp Şia mezhebinin aleyhine delil olacak fiillerinin çoğunu takiyye olarak yorumlamışlardır. Bu durumda takiyyeyi en sağlam temelleri saymış, dinlerini takiyye üzerine tesis ve inşa etmişlerdir. Bugün onlar arasında yaygın olan budur. Hatta peygamberlere bile takiyye isnat etmişlerdir! Onların bunu yapmalarındaki temel gaye, hulefa-i raşidinin hilafetini iptal etmektir.
(Çünkü Şia takiyye esasına dayanarak, Hazreti Ebubekir ve diğer iki halifenin seçilmesi durumunda Hazreti Ali’nin takiyye yaptığını, yani hilafetin tek sahibi kendisi olduğu halde, adeta korkup onlara ses çıkaramadığını iddia ederler. Âlûsî ifadelerinin devamında işte bu iddiayı çürütmektedir.)[1]
Allah Teala ise onların bu planlarına izin vermemiştir. Nitekim Şia’nın kendi kitaplarında müminlerin emiri Hazreti Ali (kerramallahü veche) ve oğullarının takiyye yaptıklarını iptal eden ifadeler yer almaktadır. Bu durum ayrıca Şia’nın iddia ettiği takiyyenin faziletli bir amel olduğu görüşünü de çürütür…”[2]
Allame Âlûsî bu ifadelerinden sonra, Hazreti Ali’nin takiyye yapan birisi olmadığına delil olarak Şia’nın bizzat kendi muteber kitaplarından alıntılar yapmaya başlar. Ancak burada şuna dikkat edilmelidir ki, Âlûsî’nin bu rivayetleri aktarması bunların hadd-i zatında sahih olduğu anlamına gelmez. Bilakis bunları aktarmasının yegane maksadı, Şia kaynaklarındaki sahih ya da yalan haberlere göre Hazreti Ali’nin takiyye yapan bir kimse olmadığını açıklamaktır.
İşte bu maksatla Nehcü’l-Belağa gibi Şiilerin muteber saydığı kaynaklardan dört beş rivayet aktaran Âlûsî, yukarıdaki yazıda bahsi geçen rivayete de yer verdikten sonra şöyle der:
“İşte (Şia kaynaklarından alıntı yaptığım) bu rivayetler apaçık bir şekilde göstermektedir ki, bu büyük İmam (Hazreti Ali) takiyye yapmaktan fersah fersah uzaktır. Çünkü eğer ona göre takiyye vacip olsaydı (bu sahih ya da yalan haberlerde geçen) münakaşa ve söz dalaşının hiçbir anlamı olmazdı!”[3]
Bu ifadelerden iki paragraf sonra da yukarıdaki Şia kaynaklarında geçen yalan rivayetleri aktaranları kastederek şöyle der:
“Allah aşkına bakınız! İmam Ali’den (kerramallahü veche) bu yalanları rivayet edenlerin, ona takiyye isnat etmeye hakları var mıdır? Sübhânallâh! Bu son derece şaşılacak bir durum ve amansız bir hastalıktır!”[4]
İşte İmam Âlûsî’nin muhteşem tefsiri Rûhu’l-Meânî’de aktardığı rivayetlerin arka planı budur. Ne yazık ki kaynaklara müracaat etme imkanı olmayan insanları kandırmak bu kadar kolaydır. Bu yüzden gayretli Müslümanların temel kaynak eserleri kimsenin tercümesine muhtaç olmadan ana dilinden anlayıp insanlara aktarabilecek alimler yetiştirmeye son derece gayret etmeleri dini bir sorumluluk ve zorunluluktur.
[1] Parantez içindeki açıklama yazısı bize aittir.
[2] Bk. Allame Şihabüddin el-Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 4/111-112.
[3] Bk. Allame Şihabüddin el-Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 4/115.
[4] Bk. Allame Şihabüddin el-Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 4/115.
Not: Biz Rûhu’l-Meânî’nin en kaliteli neşri olan Müessesetü’r-Risale baskısından cilt-sayfa verdik. Ayrıca yukarıdaki yazarın Daru ihya’u turas el- Arabi’den verdiği cilt-sayfa da tutmamaktadır!
İsmailağa Telif Heyeti