27.07.2024 - EHLİ SÜNNET MEDYA
Ehli Sünnet Medya

Seyyid Kutup Ehli Sünnet midir?

Seyyid Kutup çok şaibeli bir isimdir. Şehid olduğu yayılmaya çalışılsa da onun ayaklanmasının siyasi olup İngilizlerin işine yaradığını söyleyen de vardır. Kendisi alim olmadığı halde tefsir yazarak büyük bir fecaate imza atmıştır. Bu sebeple ayetleri çarpıtmaları ve yanlış görüşleri pek çoktur. Kendisi bir alim olmadığı için “ilim” alınacak bir zat değildir. Temel İslami ilimleri ve akidesini öğrenmeden bu kişinin fikirlerine kapılan gençlerin çok farklı yollara saptığını ve çoğunlukla selefi/vehhabilerin eline düştüğünü müşahede edince gençlerin uzak olması gereken birisi olduğu da anlaşılmaktadır.

Bu yazımızda İlahiyatçı Yusuf Özge tarafından kaleme alınan Seyyid Kutup kimdir adlı eserden “ayetleri çarptırmalarına örnekler” ve “mezhep düşmanlığı” başlığında iki konuyu aktaracağız. Dileyenler bu eseri temin ederek teferruatlı bilgiye sahip olabilirler…

AYET-İ KERİMELERİ ÇARPTIMA ÖRNEKLERİ

Osmanlılar zamanında ve öncesinde yazılmış olan Kur’ an meali ve tefsirlere bakıldığı zaman, tüm Ayet’lere, Hadis-i Şeriflerle birebir uyumlu, ehli sünnet görüşüne göre doğru manaların verildiği görülmektedir. O dönemde yapılmış olan tefsir ve meallerin tamamı birbirleriyle uyumlu olup, kesin-likle aralarmda çelişki söz konusu değildi.
Ancak S. Kutub’un tefsiri gibi, son zamanlarda yazılan tefsir ve meallerin tamamına yakım ise önceki tefsir ve mealler ile Hadis-i Şeriflere ve ehli sünnet görüşüne göre çok farklı ve zıt manalar içermektedir. Hatta, Osmanlı sonrası yazılan meal ve tefsirler, Osmanlı ve öncesinde yazılan meal ve tefsirlere göre, beyaza-siyah, helale-haram diyecek kadar, çarpıtılmıştır.

Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem), Ku’an-ı Kerim’deki Ayet’leri çarpıtarak tam tersi manalar verecek olan sapkm bir kavmin zuhur edeceğini açık bir şekilde aşağıdaki şu Hadis-i Şerifte şöyle bildirmektedir.

İbn-i Kesir ve İbn-i Cerir’de Hüzeyfe (Radiyallahu anhu)’ dan nakledilen Hadis-i Şerifte Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

“Ümmetimden bir kavim olur. Onlar Kur’an’ı okurlar da onu kötü ve kuru hurma gibi dağıtırlar ve (Kur’an’ı) te’vîli mümkün olmayan tam tersi mânâlarla te’vîl ederler (mana verirler)/’1

Yani verilmesi mümkün olmayacak, tam zıt manalar verirler demektir.

————————-

1 Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 31581; Tefsir-i İbn-i Kesir, (Mektebetü’ş-Şamile-2), 2/10 (Al-i Imran 7.âyetin izahında).

————————

Yine Taberâni, Mu’cem’ul Evsat’ta Hz. Ömer (Radiyal-lahu anhu)’dan rivayet edilen Hadis-i Şerifte Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

“Benden sonra ümmetimin üzerine en çok korkuğum şudur ki, bir adam çıkar, Kur’an-ı Kerim’in esas manasını çarpıtır ve başka manalara çekerek tefsir eder/’1

Yine İbn-i Cerir’de Hüzeyfe (Radiyallahu anhu)’dan nakledilen diğer bir rivayette de Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

“Bu ümmet içinde bir kavim olacak ki, onlar Kur’an’ı okurlar. Ama onu kötü ve kuru hurma gibi dağıtırlar, Kur’an onların boğazlarından öteye geçmez ve Onların okuyuşları, imanlarının önüne geçer (imandan çıkarlar).”2

İşte bu Hadis-i Şerifleri görünce bir an düşünüp şu soruları sorma gereği hissettik. Bu tefsir ve meallerdeki farklar nerden gelmektedir ve niçin bu değişikliklere gerek duyulmuştur? Bu yoksa, Muhammed b. Abdulvahab’ın, sapık vaha-bi inancını kurarken, kendisine bizzat yardımcı ve destek olan İngiliz’ lerle, yaptığı o, altı maddelik anlaşmanın 6. maddesinin gereği olan; “Tahrif edilmiş bir Kur’an neşredilecek,”3 emrinin bir sonucu mudur? Kesinlikle bu emrin bir sonucudur. Çünkü, 1955-1957 yılları arasında, İngilizlerin o zaman ki başbakanı olan Sir Anthony Eden, Kur’ân-ı eline alıp:

– “Bu Kitap dünya yüzünde oldukça, bununla amel edildikçe bize rahat yok. Ben bu Kitab’ı yeryüzünden kaldırmaya gideceğim/’1 diye bir ifade kullanmaktadır. Görüldüğü üzere aradan geçen yüzlerce yıla rağmen İngilizler, Avbdulvahhabla yaptıkları bu gizli anlaşmayı unutmamışlar, aksine ısrarla da arkasında durmaktadırlar. Bu 1956 yılında da aynıydı, hala da aynıdır. “Tahrif edilmiş Kuran
neşredilecek” planında, figüranlar haricinde değişen bir durum, söz konusu bile olmamıştır.

Bu nedenle, durum çok daha da vahimdir. Çünkü, bu yapılanların, sadece vahhabilerle sınırlı olmayıp, İngiliz’lerin bir projesi olan “Tahrif edilmiş Kur’an” çalışmasının gereği olduğu anlaşılmaktadır. O zaman, İngiliz’lerin bu projesi, vahhabilerle birlikte, günümüzde alim zannettiğimiz Seyyid Kutub da dahil bir çok akademik kariyer yapmış proje ürünü kimseleri de kapsamaktadır. Dolayısıyla, bu yapılanlar planlı ve bilinçli büyük bir çalışmanın neticesidir ki dehşete kapılmamak elde değildir. Çünkü, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)’in veda hutbesinde bizlere bıraktığı:

– “İki emanet, Kuran-ı Kerim ve Hadis-i Şerif ile sünnetleri”2 tahrif etmek istemişler ve büyük bir ölçüde de malesef gerçekleştirmişlerdir. Bugün, bir mevzuda işin doğrusunu öğrenmek için hangi meal ve tefsire bakarsanız bakm,bu adamların izini görürsünüz. Yanlışların yanlışlığını ispatlayabileceğiniz doğru eserler ise Türkçe’ye tercüme edilirken tamamen tahrif edilmiştir. Tehlike bu boyuttadır.

———————————

1 1956’da Mısır, İngiltere savaşı hakkında “Yeni Sabah Gazetesi” tarafından bu savaşı anlatan
yazı dizisinden alınmıştır.
2 İmam Mâlik, Muvatta, Tercüme: Ahmet M. Büyük Çınar, Yaşar Erol, Ahmet Arpa, Durak
Pusmaz ve Abdullah Yücel, Al-Tuğ yay. İstanbul-1982, Kitab’ul-Kader 3; Ayrıca bu Hadis-i
Şerif: İbn-i İshak, Sîre; İbn Hişam, Siretün Nebeviyye; Beyhaki, Sünenül Kübra, Delâilün
Nübüvve; Hakim, Müstedrek; Taberi, Mu’cemul Kebir, adlı kitaplarda da geçmektedir.

1 Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 28978; Eyüp Sabri Paşa, Mir’atül-Harameyn, (Mi/at-ül-Cezire), İstanbul-h. 1304; 1,106.
2 Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 31581;

3. İngiliz Casusunun itirafları ve ingilizlerin islam düşmanlığı, Tercüme: M. Sıddık Gümüş, Hakikat Kitabevi yay. 63. Baskı, Istanbul-2009. Bu kitapta geçen anlaşma maddelerinin tamamı şöyledir: 1. Bütün Müslümanları, tekfir edip, onları öldürmenin ve mallarını ellerinden almanın; namuslarına tecavüzün, erkeklerini köle ve haramlarım cariye yapıp, köle pazarlarında satmanın helal olduğunu söyleyecek. 2. Hac ibadetini ortadan kaldırmak için, kabileleri hacılara saldırtıp, mallanın ellerinden almaya ve onları öldürmeye teşvik edecek. 3. Müslümanları, Halifeye itaat etmekten men etmeye çalışacak. Onları Halifeye karşı isyan etmeye teşvik edecek ve bu iş için, ordular hazırlayacak. 4. Mekke, Medine ve diğer İslam ülkelerinde bulunan türbe, kubbe ve mukaddes yerlerin put ve şirk olduklarını söyleyerek, yıkılmalarının lazım olduğunu ilan edecek. 5. İslam ülkelerinde mümkün mertebe ihtilal, zulüm ve anarşiyi temin edecek. 6. Tahrif edilmiş bir Kur’an neşretmeye çalışacak.

——————————–

Bu projenin uygulayıcısı sahte alimler, birbirlerinden ayrı ayrı düşüncedeymiş gibi gözüküp, konuşmalarında da farklı ifadeler kullansalar da, aslmda aym amaca hizmet eden bu planın birer parçasıdırlar. Çünkü, bugün farklı kişiler ve kurumlar tarafmdan hazırlanan meal veya tefsirlerin tamamına yakını farklı cümleler kullanılmasına rağmen, aslmda, Osmanlı ve öncesinde yazılanların tam zıttı manalar verilmek suretiyle, özellikle de aynı konularla ilgili Âyet’ler çarpıtılarak tahrif edilmiştir. Şöyle ki; şefaat, keramet, zikrullah, evliya ve maneviyat ile ilgili yüzlerce Âyet-i Kerime’yi, meal ve tefsir yapıyoruz bahanesiyle bilinçli ve planlı bir şekilde çarpıtmışlardır.

İngilizler’in, bu Kuran-ı Kerim’i tahrif etme projesine, Osmanlılar zamanında, korktukları için başlayamamışlar ancak, Osmanlı Devletinin çöküşünden hemen sonra, aşama aşama uygulamaya koymuşlar, günümüzde ise bu emellerini, yukarda saydığımız özel yetiştirilmiş kişilerin yazdıkları yeni meal ve tefsirler ile maalesef büyük bir oranda gerçekleştirmişlerdir. Osmanlıdan sonra ne değişti de bir anda mantar gibi önceki ehli sünnet alimlerinin söylediklerinin tam zıttmı söyleyen sahte alimler türetildi? Mantar gibi türeyen bu sahtekarlar, Osmanlı ve öncesinde basılmış bir çok muteber tefsir ve mealleri de sadeleştirerek Türkçe’ye tercüme ediyoruz bahanesiyle tahrif edip, kendi sapık görüşleri ile doldurmuşlardır. Bu eserlerin de, aym şekilde, Osmanlıca asılları ile bugün piyasada bulunan Türkçe baskıları arasında, beyaz ile siyahın farkı kadar bariz farklar ve kasıtlı yapıldığını düşündüğümüz çok önenli çarpıtmalar bulunmaktadır. Kesin ve sağlam delillerle yazılmış olan Ehli sünnet alimlerinin, bu Kur’an meal ve tefsirleri, neden yok sayılıp, kullanılmıyor da, bir de farklı ve zıt manalar verilme gayreti içine giriliyor? Burası çok düşündürücüdür. Ayrıca, bu batıl görüştekiler, bu muteber eserleri yok sayıp istifade etmedikleri gibi daha da ileri giderek bu tefsir ve meallerin hatalı olduğunu iddia edip, o zamanda yaşayan ehli sünnet vel cemaat mezhebinde ve itikadmda olan büyük zatların da hatalı olduklarını söylemek suretiyle onları reddetmektedirler. “Lanet” kelimesi Arapçada, “reddetmek” anlamına gelmektedir.1 O yüzden de bu zatları reddederek, direk lanet okumaktadırlar.

Bu hususta İbn-i Asakir’in Muaz (Radiyallahu anhu)’dan naklettiği Hadis-i Şerifte Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bid’atler yayıldığı ve bu ümmetin sonra gelenleri öncekilere lanet ettiği (reddettiği) zaman, kendinde ilim olanlar onu yaysın. Zira böyle zamanda ilmini gizleyen kimse, Allah’u Teala’nın Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem)’e indirdiğini gizleyen kimse gibidir.2

İşte, bu Hadis-i Şerif, bildiğimiz gerçekleri kardeşlerimizle paylaşma zorunluluğumuzu, azmimizi ve kararlılığımızı arttıran önemli bir emir olmuştur ve bu emir aynı şekilde, tüm Müslümanlar içinde böyledir.

Yine bu hususta İbn-i Mace’de, Câbir (Radiyallahu anhu)’dan Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Bu ümmetin sonra gelenleri, öncekilere lanet ettiği zaman, her kim Hadis-i Şerifleri gizlerse Allah’u Teala’ nın indirdiğini gizlemiş olur.”3

Yaptıkları bu organize çalışma ile, 1400 seneden beri süre gelen, ehli sünnet görüşüne karşı, yeni bir din icad etmeye çalışan bu zihniyet; olsa olsa, islam dinine zarar vermek isteyen, ve yukarda bahsettiğimiz, Kur’an-ı Kerim’i tahrif etmeye çalışan bu projenin bir figüranı olabilirler. Bu fitne mahsulü insanlar, Kur’an-ı Kerim’in Arapça’sını değiştireme dikleri için ancak manalarını çarpıtarak tahrif etme yoluna gitmişlerdir.

Yine, vahhabiler ve bu zihniyette olan batıl görüşteki insanların, müşrikler hakkında inen Âyetleri, çarpıtıp Müslümanlara atfedeceklerini, Buhari’de nakledilen şu Hadis-i Şerifte, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz şöyle haber vermiştir:

“Onlar, kafirler hakkında inen Âyet’leri, Müslümanlar üzerine atfederler/’1

Yine Müslim ve Ahmed b. Hanbel’de Ebu Hüreyre (Radi-yallahu anhu)’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Ümmetimin son zamanlarında sizlere ne sizin, ne babalarınızın duymadıkları şeyleri söyleyecek kimseler gelecektir. Onlardan sakınabildiğiniz kadar sakınınız.”2

Bu dalalet ehli olan insanların Kur’an Âyet’lerini çarpıtmaları; bir hata ve yanlışlık eseri değil, tamamen organize bir çalışma ile, birilerinin bilerek ve büyük gayretler göstererek yaptıkları bir eylemdir. S. Kutub da bu organizasyonun bir parçasıdır.

Burada oynanan oyunun, net olarak görülmesi açısından çarpıtılan yüzlerce Âyefi Kerime içerisinden önemli gördüğümüz, Sure-i Bakara, Âyet 62’yi örnek olarak açıklayacağız.

Osmanlılar zamanında ve öncesinde basılmış olan muteber tefsir ve meallerde bu Âyet-i Kerime’nin esas manası, aslında şöyledir:

“İnananlar1 (dilleriyle inandığını söyleyen münafıklar), Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiîler (yıldıza tapanlar)’dan her kim Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve (mü’min olarak) ameli salih işlerse, onlar için Rableri katında mükafat vardır ve onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.”

Bu Ayet-i Kerime de; Yahudiler, Hıristiyanlar, yıldızlara tapanlar ve münafıklardan her kim Müslüman olup ameli salih işlerse, ancak bu şekilde kurtuluşa erişebilecekleri açık bir şekilde ifade edilmektedir.
Buna rağmen, Seyyid Kutub ise, Fi Zilalil Kur’an adlı tefsirinde, bu Âyet’e: “Müminler ile Yahudi, Hıristiyan ve Sabiiler’den Allah’a ve Ahiret gününe inanıp iyi ameller işleyenler, hiç şüphesiz, Rableri katında mükâfatlarını alacaklardır; onlar için korku yoktur; onlar artık hiç üzül-meyeceklerdir.” diyerek burada sayılan zümrelerin hepsini hak ve eşit dinler olarak gösterip, Ayet-i Kerime’nin esas manasma tam zıd bir mana vererek bu Âyet’i, kendi yanlış görüşüne göre şöyle tefsir etmektedir:

“Burada “mü’minler”den maksat Müslümanlarda*. Arapça’da ki “ellezine hâdû”dan maksat, “Allah’a dönenler” yada “Yehuda’nın evlatları” olduklarına inanan Yahudi lerdir. “Nasara”‘dan maksat, Hz. İsa’nın yolundan giden Hıristiyan’lardır. “Sabiiler”den maksat ise en geçerli görüşe göre; müşrik Araplardan kopmuş bir zümredir. Bunlar milletlerinin izlediği puta tapıcılık geleneğinin doğruluğundan kuşku duyarak ruhlarını tatmin edecek başka bir inanç sistemi aramış ve bu arayışları sonucunda Tevhid inancını benimsemiş Araplardır. Bazı açıklamalara göre bu Araplar hiçbir ilâhî rehberin çağrısına muhatap olmaksızın ırkdaş-larının tapınma geleneklerini bir yana bırakarak ilk Hanif dinine, yani Hz. İbrahim’in şeriatine göre ibadet etmeye yönelmişlerdi. Bundan dolayı müşrikler onlara “sapıklar” yani atalarının dininden ayrılanlar demişlerdi. Daha sonra Müslümanlar da onlar tarafından bu unvanla anılacaktır. İşte bu yüzden Arapların bu zümresine “Sabiiler” adı verilmiştir. Bu görüş, bazı tefsir bilginleri tarafından, bunların yıldızlara tapan kişiler olduğu savunulan görüşten daha geçerlidir.”
Vahhabilerin kendilerine önder kabul ettiği İbn-i Teymiy-ye’de daha önceden yazdığı, “Müşkül Âyetlerin Tefsiri” adlı kitabında bu Âyet’e aynı Seyyid Kutup’un verdiği manayı vermekte ve izah ederken: “Cenabı Hakk bu Âyeti Kerime ‘de önce ve sonraki ümmetlerden saadet ve kurtuluşa erişenlerin vasıflarını açıklamıştır,” demek suretiyle, burada sayılan zümrelerin kendi inançlarıyla yaşayarak amel-i salih yaptıklarında cennete gireceklerini iddia ederek, bütün ehl-i sünnet ulemalarının verdiği mananın tam zıttı mana vermiş, dolayısıyla bu Âyet’i Kerime’yi kendi rey’ine (görüşüne) göre tefsir etmiştir.

Bu gibi sapkm tefsirlerden yola çıkılarak, günümüzde de bazı kimseler tarafmdan yazılan Kur’an Meali ve Tefsirler de, daha da ileri gidilerek bir çok Âyet-i Kerime’ler bilerek çarpıtılmıştır. Hatta, Diyanet İşleri Başkanlığı yaymları tarafından 2006 yılmda basılan “Kur’anı Kerim Meali” ve Türkiye Diyanet Vakfı yayınları tarafmdan 2005 yılmda basılan “Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir”de dahi: “Şüphesiz, inananlar (Müslümanlar) ile, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden (her bir grubun kendi şeriatmda) Allah’a ve ahi-ret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için Rableri katında mükafat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar, mahzun da olmayacaklardır, (diye hükmedilmiştir)” demek suretiyle, Âyet’in asıl anlamının tam zıttı olan bir mana verilmiştir.

1 Tefsirlerde, inananlar ifadesine: “Dilleri ile inandıklarını söyledikleri halde kalpleri ile inanmayan münafıklar,” diye mana verilmiştir. Çünkü âyetin devamında kafir olan zümreler sayılıp bunlardan her kim iman ederse dediğinden münafıklar olduğu anlaşılmaktadır.

———————-

1 Buhari, Kitâbu istitâbeti’l-mürteddîn ve’1-muânidîn vekitâ-lihim 6; Eyüp Sabri Paşa, Mir’attil-
Harameyn, (Mir’at-ül-Cezire), 1,106.
2 Müslim, Mukaddime 4; Ahmed Ibni Hanbel, Müsned, Hadis No: 8276.
1 Bkz: Serdar Mutçalı’run hazırladığı Arapça-Türkçe sözlük.
2 Râmûz-ul Ehâdîs, Hadis No: 731.
3 İbn-i Mace, Mukaddime 24.

———————

Seyyid Kutub ve aynı batıl görüşte olan zihniyet, vermiş oldukları bu manalarda Hıristiyanları ve Yahudileri hak din-lermiş gibi göstermekte ve eğer bu dinlere tabi olanlar, kendi şeriatları içinde, ameli salih işlerlerse kurtuluşa ereceklerini söylemektedirler. Bu da yukarıda yazdığımız Âyet-i Kerime’ nin gerçek manasıyla tamamen zıt olan bir manadır. Aynı siyaha beyaz, gündüze gece demek gibi bir manadır ki, eğer bilerek çarpıtmışlarsa açıktan küfre girmektedirler, yok eğer kendi reyleriyle tefsir etmişlerse, bu da büyük bir hatadır. Buna dair Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

“Her kim, Kur’ân-ı kendi rey’ine (görüşüne) göre tefsir ederse cehennemdeki yerine hazırlansın/’1
Halbuki Kur’an-ı Kerim’in bir çok Âyefinde, Hıristiyan ve Yahudiliğin kesinlikle islam diniyle eş olmadığı ve Allah’a şirk koşarak kafir oldukları, açık bir şekilde izah edilmiştir. Şöyle ki; Sure-i Tevbe Ayet 30:
“Yahudiler dediler ki: Üzeyir, Allah’ın oğludur. Hıristiyanlar da dedi ki: Mesih (İsa Aleyhisselam), Allah’ın oğludur. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri batıl sözlerdir. Evvelce kâfir olanların batıl sözlerine benzetiyorlar. Allah Teâlâ kendilerini kahretsin! Nasıl (Hakk’tan) çevriliyorlar.”

Allah’u Teala hazretleri: “Allah onları kahretsin” diyerek bu zümrelerin ne kadar saplan ve dalalet içinde olan bir inanışa sahip olduklarını bildirmektedir. Gerçek bu olduğu halde, Hıristiyan ve Yahudileri hak din olarak gösterebilmek için “Sabiin” diye bilinen yıldızlara tapan müşrik topluluğu dahi, sanki hak bir din ve şeriat üzereymiş gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Halbuki bu Âyet’i Kerime de sayılan zümrelerin hiç biri, hak olmayıp tamamının dalalet üzere oldukları ve ancak Müslüman olup, iman ederek, ameli salih işledikleri zaman kurtuluşa erebilecekleri net bir şekilde ifade edilmektedir.

Aslında bu Âyet-i Kerime’nin çarpıtılmasındaki esas maksat, Hıristiyan ve Yahudileri hak din olarak gösterme çabalarından kaynaklanmaktadır. Bu uğurda, çarpıttıkları noktalar ise, özellikle; “Sabiiler” ve Âyet’in başındaki “inananlar” ifadesidir.

Sabiî” kelimesi, Kanuni Sultan Süleyman hazretlerinin zamanında yaşamış olan Şemseddin Âhtari (Rahmetullah)’ın yazdığı “Ahtâr-i Kebir” adlı Arapça-Osmanlıca sözlüğün 413. sayfasında: İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretlerinden nakilde bulunularak: “Sabiilerin yıldızlara tapan bir kavim olduğu,” şeklinde yazılmaktadır. Serdar Mutçah’nın hazırladığı Arapça -Türkçe sözlük’te de bu kelime: “Harran’da yerleşik, yıldızlara tapan bir topluluk’ diye geçmektedir. Ferid Develioğlu’nun yazdığı Osmanlıca-Türkçe Sözlük’te de: “Yıldızlara tapan sebea’lı’1 diye mana verilmiştir.

Fahrettin Razi Hazretlerinin, Tefsir-i Kebir adlı kitabı başta olmak üzere, İsmail Hakkı Bursevi’nin, Ruhu’l-Beyan, Osmanlı zamanında bir heyet tarafından muteber tefsirlerden istifade edilerek hazırlanan Nur’ul Beyan’da, Kadı el-Bağdadi’nin Tefsiri, Aymtabi Mehmet Efendi (ö/1702)’nin Tercüme-i Tibyan Tefsiri’nde, Tefsir-i Mevakib’de, Hanefi alimlerinden Gaziantepli Muhammed Bilal Nadir’in yazdığı Tefsir-i Nâdiri’de, Ahmed Davudoğlu’nun Kur’an-ı Kerim ve İzahlı Meâl’in de2 vs. Osmanlı ve öncesinde Ehl-i sünnet itikadı üzere yazılmış çok sayıda tefsirde: “Sabiilerin, hak olan dinlerinden dönerek yıldızlara, meleklere tapan ve Allah’u Teala’ya şirk koşarak küfre giren bir kavim’ olduğu kesin olarak vurgulanmıştır. Bu sebepten bu kelimeye, Arapça ve Osmanlıca sözlüklerden bakıldığında; yıldızlara tapan bir topluluk diye mana verilmiştir. Tıpkı Budistler denildiği zaman uzak doğuda Buda’ya tapan bir topluluk anlaşıldığı gibi Sabiiler denilince de yıldızlara tapan bir topluluk oldukları kesin ve net olarak anlaşılmaktadır.

Zaten, yıldıza tapan bir topluluk hiçbir zaman hak bir din olmamıştır ve olamaz. Bu Âyet-i Kerime’de, Hıristiyanların ve Yahudilerin de, bu yıldıza tapanlarla birlikte anılması ise, aslında, Hıristiyan ve Yahudilerin de dalalette olduklarını açıkça vurgulamaktadır.

Seyyid Kutup ise, bunca muteber görüşleri hiçe sayarak, ağır işlerde çalıştırılmak üzere yattığı hapis yıllarında kendi aklınca yazdığı bu tefsirinde; “Arapların bu zümresine “Sabiiler” adı verilmiştir. Bu görüş, bazı tefsir bilginleri tarafından, bunların yıldızlara tapan kişiler olduğu, savunulan görüşten daha geçerlidir,” demek suretiyle kendini herkesten üstün bir konumda görüp, hiç bir delil sunmadan da, adeta en iyisini ben bilirim demektedir.

Kendi zamanlarında hak olup ancak, islam dini geldikten sonra geçersiz olan Hıristiyan ve Yahudileri, hala hak din-lermiş gibi gösterebilmek için, Sabiileri (yıldıza tapanları) ise ehli kitap gibi göstermeleri gerektiğinden, bu kelimenin esas manasım unutturarak sanki bir peygambere tabi olup, şeriatı da olan bir millet gibi gösterme çabası içine girmişlerdir. Bu zamana kadar gelen bütün ehli sünnet alimleri, Sabiilerin, Hıristiyan ve Yahudi’lerin kafir olduklarım söyledikleri halde, son zamanlarda bir takım sapık düşünceye sahip bu insanların, durup durdukları yerde bu zümreleri aklamaya çalışarak “hak dinler”miş gibi gösterip, cennete koyma çabaları ner-den gelmektedir? Neden böyle bir çaba ve gayret içine girmektedirler? Bu Yahudi ve Hıristiyan aşkı nerden gelmektedir? Örnek olarak açıkladığımız, bu Bakara Suresi 62. Ayet gi bi yüzlerce Âyet-i Kerime’yi neden çarpıtırlar? Böyle yapmakla kime ve neye hizmet etmiş olmaktadırlar.

Aslında, Fahrettin Razi hazretleri tefsirinde: “Bu sayılan fırkaların dalalette olduğunu ve ancak hak din olan İslama girerek amel-i salih işlerlerse, onların bu amelleri kabul edilerek kurtuluşa ereceklerini ve mahzun olmayacaklarını/’ söyler.

Sure-i Al-i İmran, Âyet 19-20’de:

“Muhakkak ki Allah katında, tek din islamdır, Bu hakikati bilen ehl-i kitap ise, Kur’an gelince hasetlerinden ihtilaf ettiler. Allah’u Azim’uş-şan’m Âyefini kim inkar ederse hesapları çabucak gören Hak Teala onun cezasını verir. (Ey Habibim!) Bu kadar delil ve beyyinâttan (Kur’an ve Mucizelerden) sonra hak dinin islam olduğu hususunda yine seninle mücadele ederlerse, ehl-i kitap olanlar ile ehl-i kitap olmayanlara: “Ben ve bana tabi olanlar sadece Allah’u Azim’üş-şan’a iman edip islam olduk. Sizde islamı kabul edip bana tabi oldunuz mu?” de. Kabul edip sana tabi olurlarsa hidayete nail olurlar. Eğer yüz çevirirlerse sen mükellef olduğun tebliğ vazifeni yerine getirmiş olursun. Allah’u Azim’üş-şan kullarının amellerini görür ve amellerine göre mükafat veya ceza verir.”

Bu Âyet’i Kerime’de: “Ben ve bana tabi olanlar sadece Allah’u Azim’üş-şan’a iman edip islam olduk. Siz de islamı kabul edip bana tabi oldunuz mu?” de. Kabul edip sana tabi olurlarsa hidayete nail olurlar/’ denilmektedir. Buradan da anlaşıldığı üzere; islam dini haricindeki Yahudiler, Hıristiyanlar vs. bütün baül dinlerin, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)’e itaat edip tabi olmadıkları sürece kurtuluşa eremeyecekleri, dolayısıyla küfür ehli olarak kalacakları açıkça ifade edilmektedir.

Ayrıca, bir insan sadece “la ilahe illallah” diyerek Müslüman olamaz. Müslüman olabilmesi için “Muhammed’un Rasulullah” da demesi ve ona tabi olup, itaat etmesi şartür. Bu da Allah’u Teala’mn birçok Ayet-i Kerime’lerin de tekrar tekrar söylediği gibi, Sure-i Al-i İmran, Âyet 32’de de; (Ey Habibim) de ki: “Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin; eğer (bu itaatten) yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah kafirleri sevmez/’ diyerek emrettiği kesin bir hükümdür. “Allah’a itaat edin” dediği; Allah’tı Teala’nın emir ve yasaklarına uymaktır. “Resulüne itaat edin” dediği ise; Allah’u Teala’nın Sure-i Haşr, Âyet 7’de: “Rasulullah size neyi emrederse onu alın neyden de sizi yasaklarsa ondan sakının,” diyerek yine emrettiği gibi Resulullah (Sallalahu aleyhi vesellem) Efendimizin Hadis-i Şerifler’de belirttiği tüm hükümleri, yani emir ve yasakları kabul etmektir. Aksi halde bu şekilde itaat etmeyenler Allah’u Teala’nın kesin ve açık emirlerine karşı geldiklerinden dolayı, islam çizgisinin dışmda kalırlar.

Yine Sure-i Al-i İmran, Âyet 85’de:

“Her kim islam dininden başka bir dini seçerse bu dini ondan ebedi olarak kabul edilmeyecek ve o kimse ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır,” diye geçtiği üzere kişi islamdan başka, hangi dinden olursa olsun onun inancı ve hiçbir ameli kendisinden kabul edilmeyecektir. Bu Âyet-i Kerime’ye göre, Allah katmda geçerli olan tek dinin islam olduğu bu kadar açık ve net iken, sapkın zihniyetteki bu insanlar, Sure-i Bakara, Âyet- 62’ye nasıl olurda Hıristiyan ve Yahudileri hala hak dinler şeklinde gösterip, Müslümanlarla eşitmiş gibi mana verirler? Bu şekilde mana vermeleri ise, yukarıda geçen diğer Âyet-i Kerime’leri açıktan inkar etmektir ki, bu da insanı küfre götürür.

Ahmed bin Hanbel’in Müsnedin’de Amr ibn-i Şuayb (Radiyallahu anhu)’dan nakledilen Hadis-i Şerif:
“Rasulullah münâkaşa eden bir grup gördü ve: Sizden öncekiler bu yüzden helak oldu. Allah kitabının bir kısmını diğer bir kısmıyla çatışır gördüler. Halbuki Allah kitabının bir bölümü diğer bir bölümünü doğrular mâhiyette indiril mistir. Bir kısmını diğer bir kısmına dayanarak yalanlamayınız. Ondan bildiğinizi söyleyin, bilmediğinizi de onu bilenlere bırakın/’1 Kur’an-ı Kerim’in bir mucizesi de Âyet’lerin çift olmasıdır. Yukardaki Hadis-i Şerifte de belirttiği üzere ” Halbuki Allah kitabının bir bölümü diğer bir bölümünü doğrular mâhiyette indirilmiştir.” Yani, Allah’u Teala bir Âyet’te bahsettiği bir konuyu başka Âyet’te aynı veya başka lafızlarla açıklar. Eğer, Âyet-i Kerime’lerden birinde verilen anlam kasıtlı olarak bozulmaya çalışılırsa, diğer Âyet ona yanlış mana verildiğini ortaya çıkarır. Bu hususta, Allah’u Teala yukarıda Sure-i Bakara, Âyet 62’de sayılan zümrelerin, son ve hak olan islam dinine tabi olan Müslümanların iman ettikleri gibi iman etmedikçe hidayete eremeyeceklerini, Sure-i Bakara, Âyet 137’de şöyle ifade etmektedir:

“Eğer onlar sizin iman ettiğiniz gibi (Kur’an’a ve Muhammed -Sallallahu aleyhi vesellem’e-) iman ederlerse hidayete ererler. Eğer yüz çevirirlerse sizden ayrı düşmüş olurlar. Allah’u Tealâ sana kifayet eder ve seni onlara karşı korur, muhafaza eder. Allah’u Teala her şeyi işiten ve bilendir.”

Müslim ve İmam Ahmed b. Hanbel’in, Müsned’in de rivayet edilen Hadis-i Şerifte Ebu Hureyre (Radiyallahu anhu)’ dan Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:

“Muhammed’in nefsini kudret eliyle tutan Allah’a yemin ederim ki her kim Yahudi olsun, Hıristiyan olsun beni işitir, sonra da bana gönderilenlere inanmadan ölecek olursa mutlaka cehennem ehlinden olacaktır.”2

———————-

1 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 6453; Tefsir-i İbn-i Kesir, 2/12 (Al-i İmran 7.âyetin
izahında).
2 Müslim, İman, 240 (153); Kütüb-i Sitte, Hadis No: 11.

———————

Sure-i Beyyine, Âyet 6-7:

“Ehl-i Kitap’tan kafir olanlar ile müşrikler, içinde ebedî kalacakları üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar mah-lukatın en şerlisidirler. İman edip (müslüman olarak) amel-i salih işleyenler ise; işte onlar da, mahlukatm en hayırlısıdırlar/’

Sonuç olarak; Kur’an-ı Kerim’in Arapça’sını değiştiremediklerinden dolayı, niyeti bozuk olan bu kesimler, Bakara suresi Âyet, 62 de olduğu gibi birçok Âyet-i Kerime’ye de ilgisiz veya çok zıt manalar vererek çarpıtmışlardır. “Sabiin” kelimesinin ifade ettiği manaya da, hiçbir delil getirmeden, bir rivayete göre şu manadadır veya yeni yapılan bir araşürmaya göre böyle manaya gelir diyerek türlü türlü uydurma rivayetler öne sürmüşler ve sonun’da, İbrahim (Aleyhisselam) veya Yahya (Aleyhisselam)’ın dinine mensup kimselerdir diye alakasız bir mana vermişlerdir. Eğer Sabiîn’e hakiki anlamı olan yıldızlara tapan zümrelerdir demiş olsa, Âyet’i Kerime’yi çarpıtamayacaklar. Çünkü bu inanışa sahip şeriatı olan ilahi bir din yoktur. Bu nedenle sabii’leri hak bir dinmiş gibi göstermek zorunda kalmışlardır. Niyeti bozuk bu kimselerin, verdiği bu çarpık manaya bakıldığı zaman, “İster Yahudi olsun, ister Hıristiyan olsun, ister Sabiîn (Yıldıza tapanlar) kendi şeriatlarıyla amel ederlerse, onlar için hiçbir korku yoktur, yani cennetliktirler,” anlamı çıkmaktadır ki bu anlam yukarıda da değindiğimiz gibi bir çok Âyet-i Kerime ile açık bir şekilde çelişmektedir. Dolayısıyla yukarıda yazdığımız Âyet’i Kerime’ler, burada yapılan kasıtlı çarpıtmayı açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Yine Âyet’in başmda “innellezine amenu” diye geçen “inananlar” ifadesine ise “Müslümanlar”diye mana verilmesi de çok yanlıştır ki, yukarıda isimlerini verdiğimiz muteber meal ve tefsirlerde buradaki ifadeye: “Dilleri ile iman ettiklerini söyledikleri halde, kalpleriyle iman etmeyen münafıklar veya islam’dan önceki dinlere inananlardır,” diye mana verilmiştir.

Eğer Âyet’in başında geçen “inananlar” ifadesi; ile hak olan Müslümanlar kastedilseydi ve aynı şekilde, Âyet’te geçen diğer Yahudi, Hıristiyan ve Sabiiler de hak din olmuş olsaydı, Âyet’in devamında Allah’u Teala: “Her kim Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve (mü’min olarak) salih amel işlerse…/’ diye şart koşar mıydı? Bu şart koşulduğundan da anlaşılıyor ki; “inananlar” ifadesi Müslümanları kastetmeyip ayrıca bu sayılan zümrelerin tamamının da dalalette olduğunu göstermektedir. Başka bir ifadeyle, eğer bu batıl görüşte olanların dediği gibi burada sayılan zümrelerin hepsi hak olsaydı; “Ey Müslümanlar, Müslüman olun ki kurtulaşa eresiniz” gibi bir mana çıkardı ki, bu da anlamsız bir ifade olurdu. Haşa, Allah’u Teala bu şekilde bir ifade kesinlikle kullanmaz.

Allah’u Teala’nm, Sure-i Bakara, Âyet 62’de, “inananlar” diye hitap ettiği gibi aynı şekilde Sure-i Bakara, Âyet 208’de: “Ey inananlar,” diye Âyet’e başlamakta ve kastedilen mananın, batıl olan önceki kitap ehli olduğu açık bir şekilde burada da görülmektedir. Bu Âyet-i Kerime’nin manası şöyledir:

“Ey (önceki kitaplara) inananlar! Cümleniz islam dinine giriniz. Şeytan’ın heva ve iğvasma uyup helak olmayınız. Çünkü Şeytan, büyük düşmanmızdır.”

Burada da açıkça görülüyor ki inananlar ifadesinde kastedilenin “Müslümanlar” olması imkansızdır. Çünkü devamında islam dinine girin dediğine göre burada bahsedilen önceki kitaplara inananlardır. Yine başka bir ifadeyle, bu Âyet’i Kerime’de ve Sure-i Bakara, Âyet 62’de de geçen “inananlar” ifadesi, Müslümanları kast etmiş olsaydı, aynı şekilde, bu Âyet-i Kerime’de de “Ey Müslümanlar! Cümleniz islam dinine giriniz,” diye bir mana çıkardı ki, bu da anlamsız bir ifade olurdu.

—————————

1 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik lügat, Aydın Kitapevi, Ankara-1988, s. 1085’de: Sâbii: Yıldıza tapanlardan Sebea’lı, diye geçmektedir.
2 Bkz: Aymtabi Muhammed Efendi, Tercüme-i Tefsiri Tibyan, Dersaadet, Arif Efendi Matbaası,
(1324); Hüsyin el-Vaiz el-Kaşifî (v. 910/1504), Tefsir-i Mevâkib, Osmanlıcaya tercüme eden: İsmail Ferruh Efendi, Bahriyye matbaası-h. 1323; İbrahim Halebi, “Nur’ul Beyan” (Kur’an-ı Kerim’in Osmanlıca Tercümesi), Matbaay-i Âmire, İstanbul, h 1340; Kadı el-Bağdadi, Tefsîr’ul Mesemma bi Envâr’ut-Tenzil ve esrâr’ut-te’vil, hayriyye matbaası, t.y; İsmail Hakkı Efendi, Ruhu’l-Beyan, İstanbul-h. 1287; Fahreddin Razi, “Futuhât’ül-Gayb” (Tefsir-i Kebir), Abdurrahman Muhammed, Mısu–1938; Muhammed Bilal Nâdir (ö. 1969), Tefsir-i Nâdiri, (el yazması-Osmanlıca), Gaziantep; Ahmed Davudoğlu (ö. 1983), Kur’an-ı Kerim ve İzahlı Meali (Türkçe anlamı), Çile yay. İstanbul-1988.

1 Tirmizi, Tesir’ul-Kur’an 1; İmam Gazali, İhya-u Ulumid-Din, Tercüme: Ahmed Serdaroğlu, Bedir yay. İstanbul-1987,I, 98.

(Seyyid Kutup Kimdir, İlahiyatçı Yusuf Özge)

MEZHEP DÜŞMANLIĞI

Seyyid Kutub ‘İslamda Sosyal Adalet’ adlı kitabının 36. sayfasmda diyor ki: “İslâmiyet bir bütündür, ayrılan cüzleri birleşmeli, ihtilaflar ortadan kalkmalıdır.” Yine aynı sayfada:

“Asıl olan yardımlaşma, tanışma ve uyuşmaktır. Bu esas kaideye karşı gelen herkes bu yolla defedilir. Zira bu muazzam kainatın seyrettiği yolu takib etmek ferd ve cemiyetin keyfine (yani mezheplere ve mezhep imamlarına) tabi olmaktan hayırlıdır. Çünkü içtimai ittifak (yani mezhepleri birleştirmek), tabiatın ve onu yaradan Allah’ın gayesine uygundur/’1 diyerek hak ve batıl bütün mezhepleri aynı kategoride görerek, ehl-i sünet mezheplerini de birleştirme bahanesiyle, aslmda ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.

Son zamanlarda bir takım çevreler de, “SAĞDUYULU İTTİFAK ÇAĞRISI…” adı altmda, yukarıda söylediğimiz gibi S. Kutub’a benzer bir girişimde bulunmaktadırlar. Bazıları da Mehdi (Aleyhis-selam) geldiğinde zaten mezhepleri birleştirecek, şeklinde ifadeler kullanmaktadırlar. Tüm bu girişimlerin ortak hedefi aslmda; birleştireceğiz bahanesiyle, hak olan mezhepleri yok etmektir.

Bu gibi ifadeler, Ehl-i sünnet mezhebinin içerisinde olan dört mezheb imamlarma büyük bir hakarettir. Nedenine gelince, eğer bu mezheplerin birleşmesi icap etseydi, gerek o mezhepler kurulduğu zamanlarda gerekse o zamandan günümüze kadar geçen 1000 yılı aşkm süredir alimler böyle bir girişimde zaten bulunurlardı.

Ebu Davud ve Taberani’de Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)’dan Resulullah (sallahu aleyhi vesellem) buyuruyor ki;

“Şüphesiz Cenâb-ı Hakk bu ümmet için her yüz senenin başında dinini yenileyecek bir zat (Mehdi) gönderir/’2

Bu Hadis-i Şerife göre bin yılı aşkm geçen süreçte ondan fazla Mehdi gelmiştir. Hepsi de bu mezhepleri özellikle yaşatmak için büyük mücadeleler vermişlerdir. Ahir zamanda gelecek olan son Mehdi ise bu süreçte gelen önceki Mehdi’ler ile tüm alimlerin aksine neden mezhepleri birleştirme gereği duysun? Bu mezhepler itikatta zaten bir olup, aralarmda sadece ameli bakımından farklılıklar vardır. Bunların dördü de haktır. Hepsinin kaynağı da Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerdir. Hatta, mehdiler mehdisi Abdulkadir Geylani hazretleri dahi Hanefi mezhebinde olmasına rağmen, Hanbeli mezhebinin yok olma durumuna geldiğini görünce, kendisi müritleriyle birlikte Hanbeli mezhebine geçmiştir. Sebebini sorduklarmda da; bu dört mezhebin de hak olduğunu ve kıyamete kadar devam etmesi gerektiğini, bu nedenle mezheplerin yok olmaması için Hanbeli mezhebine geçtiğini söylemiştir1.

Burada Abdulkadir Geylani hazretlerinin yaptığı, mezheplerin dördünü de yaşatmaya çalışmaktır. Günümüzde ise batıl görüşteki bir takım çevreler de, mezhepleri birleştirme bahanesiyle, yok etmeye çalışmaktadırlar. Ahir zamanda ki Mehdi (aleyhis selam) geldiğinde bu mezhepleri birleştirecek diyenler, bilmeden bunu söylüyorlarsa, büyük bir gaflet içerisindedirler. Eğer bilerek yapıyorlarsa da, ehli sünnet itikadım yok etmeye çalışan batıl zihniyetteki kimselere hizmet ettikleri anlaşılmaktadır.
Kitabımızın başından beri anlatmaya çalıştığımız ehli sünneti yok etme projesi, günümüzde farklı yöntemler kullanılmak suretiyle devam ettirilmektedir. Son zamanlarda kullandıkları yeni yöntemler ilk bakışta tüm Müslümanlar tarafından olumlu algılanacak sinsi bir şekilde karşımıza çıkmıştır. Yani yapmaya çalıştıkları şey, ilk bakışta olumlu karşılanıp, Müslümanların birlik ve beraberliğini tesis edecek türden bir girişim gibi gelse de, aslında amaç, ne islam birliğidir, ne de Müslümanların güçlenip kalkınmasıdır. Tek hedef vardır oda hak olan mezheplerin bir an önce ortadan kaldırılmasıdır. Aslında ehli sünnet düşmanlığı yeni çıkmış bir durum değildir. Tüm bu yaşadıklarımız, asırlardan beri dış güçlerinde desteği ile uygulanan bir projedir. Bu sinsi gayelerine ulaşmak için denemedik yöntem kalmamıştır. Ancak, özellikle de güzel vatanımız Türkiye’de bir türlü bu gayeleri istedikleri seviyeye gelememiştir. Türlü türlü sahte alimler, ulemalar, şeyhler ve cemaat liderleri sahneye sürülmüş ve sürülmeye de hala devam ediliyor, ancak hak olan dört mezhebi ortadan kaldıramadıkları gibi bilinçli ehli sünnet alimlerimiz sayesinde de, bu fitne mahsûlü kişiler deşifre edilmiştir. Bu nedenlerden dolayı projenin Türkiye ayağı, yeniden masaya yatırılmış ve bu gelişmeler ışığında güncellenmiştir. İşte projenin bu güncel uygulaması ise, şeytanında çoğunlukla kullandığı bir yöntem olan, rahmani yönden gelinerek gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Nedir bu rahmani yaklaşım? Şudur; Bugün bir takım çevreler “SAĞDUYULU İTTİFAK ÇAĞRISI…” sloganı adı altında 1931 ruhunu yeniden canlardırıp islamda birlik sağlayacaklarını söylemektedirler. Bu çağrı Mason Muhammed Abduh’cu Mısır el-Ezher Üniversitesi Dekanı Reşit Rıza’nın da aralarmda bulunduğu bir heyet tarafından 1931 yılında daha önceden yapılmış ve bununla ilgili kongre oturumlarmda alınan karar gereği de Müslümanlar arasında birliğin sağlanmasının nişanesi olarak Şii din âlimi Muhammed el-Hüseyin Al-i Kâşif, “Sünni, Şii ve İbadiyye’lerden oluşan ve onbini bulan cemaate” Mescid-i Aksa’da Cuma namazı kıldırmıştı. Seyyid Kutub da benzer çağrıyı daha sonra yenileyerek, yukarıda değindiğimiz gibi kitaplarında işlemiştir. Bu çağrıların sözde amacı; güya islam kardeşliğini tesis edip dünya Müslüman-larını tek çatı altmda toplayıp aralarmdaki işbirliğini geliştirmekti… Bu çağrıyı duyan sağduyulu her Müslümanm; “Evet! tam olması gereken bu, bu birlik hemen sağlansın” diyeceği türden bir girişim gibi gözükse de; aslında, arkasmda yüzyılların projesinin henüz başarıya ulaşamamış bir ayağı yatmaktadır. İşte o bir türlü başaramadıkları şey, mezheplerin ortadan kaldırılması meselesidir.

Güya, dünya Müslümanlarının birlikte hareket edememelerinin tek nedeni de mezheplermiş… Bu hususu, bir internet sitesindeki, keskin ifadelerle dile getiren şu başlık çok dikkat çekicidir; “Hayrettin Karaman Hoca bizleri son zamanlarda başımıza örülmek istenen büyük tehlike mezhepçilik fitnesine düşmemeye, ümmet olmaya çağırıyor./’1 Bu ifade, günümüzde “Sağduyulu İttifak Çağrısını” destekleyen zihniyetin sarf ettiği talihsiz sözlerdir. Kullandıkları “mezhepçilik fitnesine” ifadesi ile aslında başta İmam-ı Azam efendimiz olmak üzere diğer hak olan tüm mezhep imamları; İmam-ı Safi, İmam Ahmet Bin Hanbel, İmam-ı Malik hazretlerini fitne çıkarmakla itham etmiş olmaktadırlar. Halbu ki Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) bu zatları aşağıdaki Hadis-i Şerifte ümmetimin en hayırlılarıdır, diyerek methetmektedir:

“İnsanların en hayırlısı benim zamanımdakiler (yani ashâbımdır). Sonra onları takib edenler (tabiin), sonra onları takib edenler (etbâu’t-tâbiin)’dir.2

İşte görüldüğü üzere mezhep imamlarmdan, İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri “tabiin”, diğer üç mezhep imamları ise “etbâu’t-tâbiin”‘dendir.

Ümmeti Muhammed’in asırlardan beri tabi olduğu bu dört hak mezhepler ise “FİTNE,” övgüyle bahsedilen mezhep imamlarımız ise “FİTNECİ” olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu ifadeleri daha önceleri farklı ve dolaylı şekillerde çok kullanmışlar, fakat karşılık bulamadığı için yöntem değiştirip, bugün Arap ülkelerinde baş gösteren iç karışıklıklara dayandırıp; bu işin sonu mezhep savaşlarma yol açacak, masum Müslüman kanı boş yere akacak gibi bahanelerle, yeniden gündeme getirmektedirler. Yani bugün diğer Müslüman ülkelerinde yaşanan tüm karışıklıklar aslmda, Mezheplerden kay-naklanıyormuş… Bu mezhepleri hemen ortadan kaldırırsak bu iş çözülüverecekmiş gibi bir hava estirilerek, tüm fatura ehli sünnet olan hak mezheplere kesilmektedir.

Ehli sünnet görüşünde olan Müslümanların, hak olmayan diğer mezhep mensuplarına saldırdığı veya fitne çıkardığı ne görülmüştür, ne de duyulmuştur. Bugün ve geçmişte yaşanan mezhep savaşlarının tamamı hak olmayan mezhepler tarafından başlatılmıştır. Zaten hak olmayan diğer mezhepleri başta vahhabilik ve şii’liği araştıracak olursak, görülecektir ki bu zihniyetler fitne çıkararak doğmuştur ve onunla da beslenmektedir. Yani ilk ortaya çıkışlan tamamen bir fitnedir. Dolayısıyla başlangıçları fitne olan hiçbir görüş ile doğruyu bulmak mümkün değildir.

Bir birliğin sağlanması, sağduyulu her Müslüman gibi bizlerin de özlemini duyduğu bir meseledir. Buna hiç kimsenin itirazı olamayacağı kesindir. Ancak, bir birlik sağlanacaksa bu hak mezhepleri ortadan kaldırmak yerine, başta Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) ve Ashab-ı Güzin efendilerimiz hangi hal üzere ise o hal üzere olunması gerektiğini savunan ehli sünnet görüşü üzerinde sağlanmalıdır. Aslında başından beri zikrettiğimiz hususu bir daha tekrar edelim; bu fikirleri ortaya atanların aslmda birlik veya beraberlik umurunda değildir. Bu girişimle bir yere varılamayacağını da çok iyi bilmektedirler. Bunlar sadece, saf ve iyi niyetli Müslümanları kandırıp taraftar toplama peşinde olup, esas gayeleri ise bir an önce dört hak mezhebi ortadan kal-dırmaktır. Çünkü, bugün Müslümanlar araşma fitne sokanlar da, bu fitneden kurtuluş reçetesini yazanlar da aynı projenin mahsulleridir.
Birlik ve beraberlik içinde olmamız istenilen bu batıl mezhepler ile ehli sünnet itikadı arasmdakı fark, sanki sudan sebeplermiş gibi gösterilip, bu batıl mezheplerin ortaya çıkış nedenleri ile yüz yıllardır ehli sünnete düşmanca tutumlarla yaptıkları zulümler de yok sayılarak, mesele basite indirgenmeye çalışılmaktadır. Aslmda bu batıl mezhepler ile ehli sünnet arasmdaki farklar öyle hafife indirgenecek ve bir çırpıda yok sayılacak kadar basit meseleler değildir. Yani şimdi biz kendisi gibi düşünmeyenlerin malını, canını, ırzını helal sayan vahhabiler ve Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) efendimizin hanımı ve bizlere en çok hadis aktaran, müminlerin annesi Hz. Aişe (Radiyallahu anhâ) ile Hz. Ebu Bekir (Radiyallahu anhu), Hz. Ömer (Radiyallahu anhu), Hz. Os man (Radiyallahu anhu) efendilerimize hakaret edecek kadar ileri giden şii’ler ile birlikte mi hareket edeceğiz? Sizce bu mümkün müdür? Yarın Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) efendimizin huzuruna nasıl çıkacaksınız? Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in iyi ettiniz onlarla işbirliği yaptınız, diyeceğini mi zannediyorsunuz? Neticede bu mesele Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in “Bir elime güneşi bir elime ayı verseniz” yine de davamdan vazgeçmem dediği dava kadar önemli ve hassas bir davadır.

Bunlar ortaya attıkları bu gibi fikirlerle, Müslümanların refah ve barışını bahane ederek, bu uğurda da her türlü yanlışı mubah sayıyorlar. Eğer bu yapılmak istenen doğruysa, işi bir adım daha ileri götürerek olayı kökünden çözelim; dünyadaki her türlü inançları birleştirip yeni bir din icad edelim ve tüm dünya bu dine bağlansm, olsun bitsin… Dolayısıyla dünya barışım da tesis etmiş oluruz. Böylelikle tüm tefrikalar ortadan kalkar… Aslında yapılması istenilen şey bu kadar saçmadır. Yani, ehli sünnet alimleri bu batıl fırkalar ile boşuna mı mücadele ettiler? Bunlar hakkmda yazılan binlerce reddiyeler bir hiç uğruna mıydı?

Yukarda da söylediğimiz gibi, eğer bir birleşmeden bahsedilecekse o da, doğru ve hak olan üzerinde olur ki, o doğru yol da Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) ve ashabının gittiği tek yol olan, ehli sünnet velcemaat mezhebinin görüşüdür. Ehli sünnet görüşündeki tüm hak mezhepler de zaten bu şekilde doğmuştur.

Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) ve Cihar-ı Yar devrinde herkes bilmediği dini meseleleri onlardan sorarlardı. Emevi halifeleri; sünnete, Evlad-ı Resule düşman idiler. Sünneti bozmaya, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesel-lem)’i ve ehli beytini gözden düşürmeye çalışıyorlardı. Hz. Ali (Radiyallahu anhu) efendimize “Turabi” derlerdi. Evlad-ı Resuller zindanlara atılır, asılır, onların tarafında olanlar da aynı muameleye tabi tutulurdu.

İbn-i Kesir (Rahimehullah) “ŞemaH’tir-Resul” adlı kitabının 483. sayfasmda, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’in Emevi hükümdarları hakkmda söylediği şu Hadis-i Şerifi nakletmektedir:
A’la bin Abdurrahman, babası Ebu Hureyre (Radiyallahu anhu)’dan Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Rüyamda Hakem oğullarının ya da Ebu’l As oğullarının (Emevilerin) minberimin üstüne maymunların tırmanışı gibi tırmandıklarını gördüm.” Ravi, der ki: ” Allah Resu-lü (Sallallahu aleyhi vesellem)’in ölünceye kadar bir daha neşeli güldüğü görülmedi.” Sevri dedi: “Said bin el Müsey-yeb’den Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz Ümeyye oğullarını minberi üstünde gördü. Bundan hoşlanmadı. Allah’u Teala Hazretleri ona bu kendilerine verilen dünyadır, diye vahyetti ve bundan sonra gözleri aydınlandı. İşte o vahiy, Sure-i İsra, Âyet 60: “(Geceleyin) Sana gösterdiğimiz o temaşayı ve Kur’an da lanet edilen ağacı (başka değil) ancak insanlara bir fitne ve imtihan yaptık.”1
Emevi hükümdarları Yezid’le başlayıp Mervan’la sona ermiştir. Bu süreç Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) efendimizin ehl-i beyti ve ashaplar için büyük bir ibtila ve imtihan olmuştur. Yalnız bu hükümdarlar arasında Ömer bin Abdulaziz adaletli ve İslama uygun bir hüküm sürdüğünden bütün islam alimleri ve toplumu tarafından iyi görülmüştür.

Hakkında yüzlerce Hadis-i Şerif olan, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) efendimizin hem akrabası hem damadı ve nesebinin de kıyamete kadar yer yüzüne yayılmasının sebebi, ayrıca Allah’u Teala hazretlerinin Esedullah diye hitap ettiği Allah’ın Arslanı unvanını almış, cennetle müjdelenmiş Hz. Ali (Radiyallahu anhu) efendimize hakaret için, Yezid melununun; maymunun basma sarık sararak hutbeye çıkarması, böylesi büyük bir zata yapılan bu hakaret, yukarda ki Hadis-i Şerife geçen şu ifade ile;

“Rüyamda Hakem oğullarının ya da Ebu’l As oğullarının (Emevilerin) minberimin üstüne maymunların tırmanışı gibi tırmandıklarını gördüm,” diyerek Emeviler dönemi kastedilmiştir.

1 İbn-i Kesir, ŞemaU’tir-Resul, Tercüme: Naim Erdoğan, Temel neşriyat, s. 483.
lBkz:http^www.dunyabizim.con/?aT5’pe=haber&ArlicleID=11064 2 Buhâri, Fedâilu’l-ashâb 1, Şehâdât 9; Müslim, Fedâilü’s-sahâbe 216.

1 Başka bir rivayette de: Abdulkadir Geylani hazretlerinin mezhep değiştirme hadisesi, Safi mezhebinden Hanbeli mezhebine geçti diye de anlatılmaktadır.

1 Bu bilgiler için bkz: Seyyid Kutup, el-Adalet’til-İslamiyye Fil-İslam, Dar’uş-Şuruk – 1995; yine,
Seyyid Kurup, el-Adalet’til-İslamiyye Fil-İslam (İslamda Sosyal adalet) Tercüme: Yaşar Tunagür, Dr. M. Adnan Mansur, Cağaloğlu Yayınevi-1968 – 3. Baskı, s. 36.
2 Kütüb-i Sitte, Cild 15, Hadîs No: 5577; Ebu Davud, Melahim 1, Taberâni, Mu’cenu’l Kebir;
Hadis No: 1118.
1 Tirmizi, Kıyamet 11; Taberani, Mu’cem’ul Kebir, Hadis No: 7986; Hakim, Mtistedrek, Kitabu
Ma’rifet’üs-Sahabe, Hadis No: 5789; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid ve Menbe’ul Fevâid, Dar’ul-Fikr, Beyrut 1994, (I-X), Hadis No: 1013; İmam Gazali, İhya-u Ulumid-Din, IV, Hadîs No: 678.
2 Kenzul Ummal, Hadis No: 39059.

Nitekim Hadis-i Şerifte İbni Ömer (Radiyallahu anhumâ) dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir adam din kardeşine, ey kâfir derse, bu söz ikisinden birine döner. Eğer böyle denilen kişi söylenildiği gibi ise, söz doğrudur; söz yerini bulmuş olur. Aksi takdirde bu sözü söyleyen kimse kafir olur.”

Burada Hz. Ali (Radiyallahu anhu) efendimizi haşa maymuna benzettikleri için yukardaki Hadis-i Şerifte geçen “bu söz ikisinden birine döner” ifadesi ile gerçek maymunların Yezit ve halifeleri olduğu kesinlikle anlaşılmış olup hiçbir şüpheye de mahal yoktur.

Emeviler dönemin de bu şekilde islamiyet zaafiyete uğratıldığı için, 73 ayrı mezhep ortaya çıkmıştır.
Bu hususta İbn-i Mace, Taberani, Ahmed ibn-i Hanbel ve daha bir çok Hadis kitabmda Enes ibn-i Malik ve Avf bin Malik (Radiyallahu anhumâ)’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

“Ümmetim yetmiş üç mezhebe ayrılır. Hepsi cehenneme gider. Yalnız biri kurtulur. Onlar kimlerdir Ya Resûlullah? deyince; Ben ve benim Ashabım ne itikatta iseler ondan ayrılmayanlardır.”1

Bu Hadis-i Şerifte Ehl-i Sünnet olan ve olmayanları açıkça beyan etmektedir:

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) efendimiz hazretleri veda hutbesinde de bu konuya değinerek şöyle buyurmuştur:

“Ben size iki emanet bırakıyorum. Birisi Allah’u Teala’nın kitabı Kur’an-ı Kerim, diğeri de benim sünnetlerimdir. Bunlara sıkıca sarıldığınız sürece asla dalalete düşmezsiniz.”1

Ebâ Müslim, Emevi saltanatını yıkıp; Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in amcası Hz. Abbas (Radiyallahu anhu) evlatlarından birisini halife yaptı. Onun için onlara “Abbasiler” denildi. Abbasi hükümdarı 500 din uleması seçti. Ortaya çıkan bu 73 mezheblere ait kitaplarm hepsini Âyet-i Kerime ve Hadîs-i Şeriflerle inceletti. Her birisinin Âyet-i Kerime ve Hadîs-i Şeriflere ters düşen tarafları vardı. Ancak bu mezheplerden bir tanesinin Âyet-i Kerime ve Hadîs-i Şerif lere ters düşmediği görüldü. Onun için ona “Ehl-i sünnet vel’ cemaat” mezhebi denildi. Yeryüzünde bulunan Müslümanların hepsi bu Ehl-i sünnet velcemaat mezhebinden olmaya mecburdur. Ehli sünnet mezhebi Resulullah (Sallahu aleyhi vesellem) ve ashabı ne itikat üzere iseler onun üzeredirler. Bunlara Fırkai Naciye (kurtuluşa erenler) derler, yani Kuran’a ve sünnete uygun olan dört ehli sünnet mezhebi; Hanefi, Maliki, Hanbeli ve şafi’dir. Ehli sünnet görüşünün itikattaki imamları ise; İmam-ı Ebu Mansuri Maturidi Hanefi mezhebinin itikatta imamıdır. İmam-ı Eş’ari safilerin itikatta imamıdır. Diğeri de İmam-ı Hanbeli’dir. Bunlar dört mezhebin imamlarıdır.

Bunların dışındaki 72 mezheplere “fırka-i dâlle veya beşinci mezhep” de denir. Bunlarm hepsi dalâlettedir ve sapıktır! Bunların isimleri Kaderiye, Cebriye, Mutezile, Vahhabi, Şii, Hululuye ve Murciye gibi vs. toplamı 72 eder. Bu batıl mezhep mensuplarının hepsi de alim, vaiz, müftü, hoca, şeyh, sofu görünür. Vaazı nasihatları çok iyi yaparlar. Ancak konuşmalarında Kur’ân-ı Kerîm ile Hadis-i Şeriflere muhalif ifadeler kullanırlar. Halk bunları ayırt edemez ve iyi zanneder. Mezhep imamlarını ve itikadlarını ayırd edemeyen, za-vallıları dinden çıkartırlar. Şimdi zamanımızda bu batıl mezheplerin kitaplarmı çok iyi, üstün bir kitapmış gibi birinci hamur kağıda basıp piyasada satıyorlar. Alıp okuyan bilmiyor, dinleyen de bilmiyor, doğrusu bu zannediyor. Bu kitapları okuyanlar, farkında olmadan küfre giriyorlar.

Çünkü, bu batıl mezheplerin kimi kabri, kimi ölüleri, kimi suali, kimi keramet-i evliyayı inkâr ederler. Kimi tarikatı, maneviyatı inkâr ederler. Zikrullahı inkar ederler, Resulullah (Sallahu aleyhi vesellem) efendimizin şefaatini, ulemanın, şehitlerin şefaatmı, çocukların, mü’minlerin şefaatini ve hadîsleri inkâr ederler. Enbiyaların, evliyaların himmet ve yardımlarını, medetlerini inkâr ederler. Halbuki bu kadar Âyet-i Kerime ve Hadîs-i Şerifler var iken inatlarından inkâr ederler. Bu nedenle de doğrudan cehenneme giderler. Bunlarm hepsi şeytanm, din ve Hak yolunda yanlış ektiği tohumlardır. Şeytan, onların amellerini ziynetlendirmiş, senin itikadm doğrudur diye kandırmıştır. Allah’u Teâlâ onların şerlerinden, itikadlanndan tüm Müslümanları muhafaza etsin. (Amîn)

Şimdi zamanımızda, dört mezhebin ayrı ayrı görüşlerini Kur’ân-ı Kerim’e ve Hadîs-i Şeriflere tersmiş gibi görüyorlar. Halbu ki, onlarm itikad bakımından Âyet-i Kerime ve Hadîs-i Şeriflere inançları oirdir. Allah’u Teâlâ’ya, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)’e, ashabına hasılı inanılacak şeylerin hepsine Şafii, Maliki, Hanbeli, Hanefi mezhebindeki-ler aynı şekilde inanır, itikad eder. Amel bakımmdan abdest, namaz, oruç ve benzeri hususlarda Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)’in bazıları ilk yaptığım, bazıları da daha sonra yaptığını örnek almışlardır. Hepsi de Kur’ân-ı Kerim ve Hadîs-i Şeriflerle delil getirdiği için bu dört mezhebin imamlarının kavilleri (görüşleri) doğrudur.
Meselâ; İbrahim (Aleyhis selam), İsmail (Aleyhis selam)’ı ömründe bir sefer kurban etti ve Allah’u Teâlâ’da bir sefer koç gönderdi. Onun için Şafii mezhebine göre; bir adama Ömründe bir sefer kurban kesmek vacip, diğer senelerde vacib değil sünnettir. Hanefi mezhebine göre Allah’u Teâlâ’nm kurban kes emrini verdiği o gün her sene geliyor. Bu nedenle de her sene kurban kesmek vacip oluyor.

Yine; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Uhud çenginde kanlı elbiselerini değiştirmedi. Onunla namaz kıldı. Şafii’ler bunu delil göstererek, kan akması abdesti bozmaz ve bu şekilde de namaz kılınır hükmünü verdi. Hanefi’lerce harb zamanmda idi zaruret vardı bu nedenle de diğer zamanlar da kanlı elbiselerle namaz kılmadı, bu sebepten dolayı kanlı elbise ile namaz kılınamayacağı ve kan akması da abdesti bozar hükmüne vardı. Her iki uygulama da Resulullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) efendimizin bizzat yaptığı uygulamalardır.

Hadîs-i Şerifte; “Yırtıcı hayvanın (et yiyenin) eti yenmez/’1 Geviş getiren hayvanın eti yenir, buyuruluyor. Bazı hayvan var ki hem et yiyor, hem geviş getiriyor. Hanefi’lerce et yediği için eti yenmez. Şafii’lere göre geviş getirdiği için eti yenir. Dört mezhebin görüş ayrılıkları bu şekilde Kur’ân-ı Kerim’e ve Hadîs-i Şerîf’e ters değildir, hepsi de doğrudur. Aralarındaki görüş farklılıklarının tamamı da bu şekildedir. Fakat “fırka-i dâlle” olan zındıkların sözleri ise doğrudan Kur’ân-ı Kerim’e ve Hadis-i Şeriflere terstir. Onların mezhepleri batıl, kendileri ehli sünnet çizgisinden ayrılıp dinden çıkmışlardır.
Bugün yapılmaya çalışılan 1931 ruhu adı verdikleri girişim, aslında yukarda bahsettiğimiz Abbasiler döneminde yapılmış ve doğrusu bulunarak islam birliği sağlanmıştır. Yeniden bir birlik arayışı Amerika’yı yeniden keşfetmeye çalışmak gibidir. Bu düşünceyi tekrar ortaya atanların yaptıkları ise iyi niyetli bir girişim değildir. Bu fikirdeki kişilerin yaptıkları fitnelerden birisi de açıkça görülüyor ki, hak olan ehl-i sünnet mezheplerini sinsice yöntemlerle ortadan kaldırma fitnesidir.

1 Kütitüb-i Sitte, 1,360 ve Hadis No: 3934.
1 İmam Mâlik, Muvatta, Kitab’ul-Kader 3.
1 İbn-i Mâce, Fiten 17; Taberânî, Mu’cemu’l-Kebir, Hadis No: 13481; Râmûzu’l- Ehâdîs Hadîs No: 3213.

Ayrıca bu hususta, günümüzde yukarıda anlattığımız sinsi oyundan daha farklı bir başka sinsi oyunu da şimdilerde vahhabiler sahneye koymuştur. Özellikle hacdan dönen Türk hacılarına bir takım kitaplar hediye edilmektedir. Bu kitaplar da ilk bakışta mezhepleri ve ehli sünnet görüşünü anlatmak için hazırlanmış gibi görülmesine rağmen aslında, kendi sapık görüşlerini İmam-ı Azam efendimize mal edip, Ondan, yalan-yanlış alıntılar yapılarak hazırlanmıştır. Ancak bu da yukardaki oyun gibi, büyük bir tuzaktır. Meselâ: Vahhabilerin dağıttığı bu kitaplardan, Dr. Muhammed el Humeyyis’in yazdığı “Dört Mezhep İmamı’nın İtikadı/’ adlı kitabın 13. sayfasında:

– “Ebu Hanife demiştir ki: Dua edenin: Falancanın hakkı için veya peygamberlerinin ve resullerinin hakkı için ya da kabenin ve meş’aril haram hakkı için gibi sözlerle Allah’a yalvarması mekruhtur/’1 diye bir ifade bulunmaktadır.

İşte bu söz aslında İmam-ı Azam efendimize mal edilmiş aşağılık bir iftiradır. Aslı olmayan bu bilgi, dipnotta, “Fıkhı ekber şerhi” adlı kitapta geçiyor diye belirtilmiştir. Bu kitap incelendiğinde kesinlikle imam-ı Azam efendimize ait bu şekilde bir ifadenin olmadığı net olarak görülmektedir. Bu örnekte olduğu gibi, bu tür kitaplar da yazılan bilgilerin bir çoğu yalandır. Burada açıkça anlaşılıyor ki, Kur’an Tefsiri veya meali gibi velhasıl hacılara verdikleri bu ve buna benzer kitaplarda; taktik değiştirerek, dört mezhep imamlarının sözüymüş gibi vahhabilikle ilgili sapık fikirler millete empoze edilmeye çalışılmaktadır.

Halbuki bunların, kendi bozuk inançlarını İmam-ı Azam efendimize mal ederek söyledikleri sözün, İmam-ı Azam’a ait olmadığı çok açıktır. Çünkü İmam-ı Azam efendimizin bizzat kendisinin yazmış olduğu Kaside-i Numaniyye veya Ed-Dürr’ül-Meknun diye bilinen 53 bey itlik Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizi meth etmek için yazdığı kasidesinden bazı beyitler şöyledir1:

Sensin ol ki, Adem safiyullah sana İltica ile kabul oldu ne ki ibtidâ dua
Etti İbrahim halilullah dua isminle çün Ateş-i nemrut söndü gülistan oldu ona.
Hazreti Eyyüb dedi: “ennî messenî,”
İsmini yâd eyleyip emrâziden buldu şifa.
İbn-i Câbir çün vefat etmişti sen kıldın duâ, Hakk seni irzâ edip verdi hayat ol dem ona.
Olsa vallahi yedi derya mürekkep yazmaya Hem kalem olsa ağaçlar vasfın olmaz münteha.
İns-ü cin cem olsalar yazmağa vasfm senin, Yetmeye takatleri idrakleri ola cüda.
Daima aşkına düşmüş kalbim oldu Seyyidim, Can tenim aşkınla doldu hiç yok mâ’adâ.
Ben fakire kıl şefaat ya Rasulallah meded Kapma yalvarı geldim, dilerem senden ginâ.
Ben tama’ ediciyem senin keremin zerresin,
Yok Ebu Hanife için alem içre mâsivâ.

Bu beyitlerde açıkça görülüyor ki, vahhabilerin İmam-ı Azam efendimize mal ederek söyledikleri söz tamamen bir iftira olup yalandır. Zaten vahhabilikte, İngilizlerin desteğiyle yalanlar üzerine kurulmuş fitne mahsulü bir mezheptir.

Peygamberlerin hakkı için diyerek dua etmenin caiz olduğu hatta bizzat Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) tarafından tavsiye edildiği ve kendisinin de böyle dua ettiğine dair çok sayıda Hadis-i Şerif vardır. Bu Hadis-i Şerifler varken İmam-ı Azam efendimizin, vahhabilerin ona mal ederek söylediği sözü söylemesine imkan yoktur. Çünkü İmam-ı Azam efendimiz Ehl-i sünnet mezhebinin kurucularmm en başında yer alır ki, ehl-i sünnet ifadesi zaten sünnet ile amel eden ve o yoldan ayrılmayan topluluk demektir. Şimdi bu Hadis-i Şeriflerin bazısına yer verelim:

Sahih ve mütevatir olarak Enes (Radiyallahu anhu)’dan rivayet edilmiştir ki: İmam Ali (Kerremallahu vechehu)’nun annesi Fatıma Bint-i Es’ed (Radiyallahu anhâ), vefat ettiğinde Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz bu Muşar’un İleyha’nm naşını bizzat kabre indirip:

“Ey Allahım! senin nebin ve önceki peygamberlerin hakkı için annem Fatıma Bint-i Esed’i mağfiret eyle ve girdiği yeri kendine genişlet. Muhakkak ki sen merhamet edenlerin en merhametlisisin,”1 buyurdular.
Yine Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’i vesile ederek dua etme ile ilgili, Tirmizi ve Nesâi’de sahih olarak nakledilen Hadis-i Şerifte; gözlerinin açılması için dua ricasında bulunan bir âmâya dahi abdest alıp iki rekat namaz kıldıktan sonra:

“Allahım! Ben Rahmet Peygamberi olan senin nebin Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem)’i vesile ederek senden istiyorum. Ya Muhammed! Yâ Rasulallah! Ben seni vesile ederek Rabbimden hacetimin hallini istiyorum. Allahım onu bana şefaatçi yap,”2 diye dua etmesini emrey-ledi. Bey haki, bu Hadis-i Şerifin sahih olduğunu rivayet etmiş ve şu ilave ile bu hadisi nakletmiştir: “Âma gözü görür halde ayağa kalktı/’1

Sahabe-i Kiram âma’ya tarif edilen duayı Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in ahirete irtihalinden sonra dahi okurlardı. Bu dua daki; Ya Muhammedi Lafzı ise, meded dilemeye ve vesileye apaçık bir delildir.

Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin:

“Ey Allahım! Dualarını kabul ettiklerinin hakkı için senden istiyorum/’2 diye dua etmiş ve bu duayı Ashab-ı Kiram’a dahi öğretmiş ve bununla amel etmelerini emretmişir.

Hakim’den sahih senetle Hz. Ömer (Radıyallahu anhu)’dan nakledilen Hadis-i Şerifte, Rasulullah

(Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:

“Adem (Aleyhisselam) hatasını anlayıp dedi ki: Ya Rabbi! Eğer beni affetmemiş isen Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem) hürmetine senden affımı diliyorum, demişti. Allah’u Teala (ne cevap vereceğini bildiği halde, cevabmı da diğer insanların duyması için): Yâ Adem! Ben onu henüz (zahirde) yaratmadığım halde sen Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem)’i nasıl tanıdın diye buyurdu. Adem (Aleyhisselam): Ya Rabbi! Sen beni (kudret) elin ile yaratıp bana ruhundan üflediğin zaman, başımı kaldırıp baktığımda arşın ayaklarında -La ilahe illallah Muhammed’un Resullulah- yazılmış olduğunu gördüm.

1 Yusuf Nebhanî, Şevahid’ül-Hakk’dan Vahhabilere Cevaplar, s. 136.
2 Sünen-i İbn-i Mace, Mesacid 14.

1 Taberani, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 20324.
2 Sünen-i Tirmizi, Dua bablarıııda çeşitli hadisler 6, Hadis No: 3811; Hakim bu Hadis-i Şerifin tahricinden sonra Hadisin sonuna: “Bu dua ile dua edip kalktığı zaman görmeğe başladı,” diye ilave tmiştir.

1 Bu kasidenin tamamı için bkz: el-Mecme’atü’1-Kübra mine’l-kasâidi’l-fuhra fî hakk-ı Nebiyyinâ Muhammedini’l-Büşra Aleyh-i Salâtüllahi ve selamühü’l uzma, s. 53-65 (bu eser Osmanlıca olup baskı tarihi ve yeri belirtilmemiştir); Yusuf Özge, Recep Okatan, Necid’de Doğan Fitne Vahhabilik, Umut Mat. İstanbul- 2012, 1. Baskı, s. 140-150; İmam-ı Azam Ebu Hanife Numan b. Sabit, Kaside-i Meymune-i Mubareke Dtirr-ti meknûn Kasidesi, Tercüme: Ahmet Mahmut Ünlü, Arifan yay-İstanbul.

1 Dr. Muhammed el-Hümeyyis, Îtikad’ul-Eimmef il-Erbea (Dört mezhep imamının itikadı), Çeviren: Muhammed Emin Akın, Gözden Geçiren: Muhammed şahin, Baskı tarihi ve yeri belirtilmemiş…

İsminin yanına ancak yaratılmışların en sevgilisini koyacağını bildim. Cenab-ı Hakk Teala ona: Ya Adem! Doğru söyledin hakikaten Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem) bana yaratılmışların en sevgilisidir. Onun hürmetine benden ne istesen sana verirdim. Affını diledin ben de seni affettim. Şayet Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem) olmasaydı, seni yaratmazdım.1

Buhari de, haşır ve kıyamet günü insanların Allah’u Teala’nın huzurunda durmaları bahsinde geçen şu Hadis-i Şerifte vesileye büyük bir delildir.

”Onlar bu halde iken Adem (Aleyhisselam) ile sonra Musa (Aleyhisselam) ile daha sonra Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem) ile medet dilerler/’2

İbn-i Abbas (Radıyallahu anhuma) dan rivayet edilen bir Hadis-i Şerifte Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz ki Allah’ın, hafaza meleklerinin dışında yer yüzünde melekleri vardır ki, ağaç yapraklarından düşenleri yazarlar. Sizin birinize çölde bir aksaklık isabet ederse, “Ey Allah’ın kulları! Bana yardım edin, diye nida etsin.”3

Buraya kadar, İmam-ı Azam efendimizin kendi kasidesinde Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’i vesile ederek nasıl dua ettiğini ve Hadis-i Şeriflerde de peygamberlerin ve büyük zatların vesile edilerek Allah’u Teala’dan istekte bulunmanın, dolayısıyla; Allah ile kul araşma nasıl girildi ğinin çok açık delilleri ortadadır. Vesile hususunda ki durum bu kadar açık olduğu için, ne İmam-ı Azam efendimiz ne de diğer ehl-i sünnet olan mezhep imamları asla vesileyi inkar etmemişlerdir. Vahhabilerin İmam-ı Azam efendimize yukarıda mal ederek söyledikleri vesileyi inkar etme hususundaki sözler, aslında sermayeleri yalan üzerine olan vahhabilerin kendi görüşleri olup ehl-i sünnet imamlarına yapılan büyük bir iftiradır.1 Vahhabilerin burada ki amaçları ise; mezheplerin içerisine kendi sapık fikirlerini karıştırarak, ehli sünnet olan hak mezhepleri ortadan kaldırmaktır.

1 Hakim, Müstedrek, Kitab’ut-Tevârihu’l-Mütekaddimeyni min’el Enbiyai ve’1-Mürselin, Hadis No: 4287; İmam Kastalani, Mevahib-i Ledünniyye, 1,13; Rudani, Cem’ul-Fevaid, Hadis No: 8371.
2 Sahih-i Buhari, Zekat 52.
3 Heysemî, Mecme’uz-Zevâid, X, Hadis No:17104.

(Seyyid Kutup Kimdir, İlahiyatçı Yusuf Özge)

BU SAYFAYI PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

YORUM YAPABİLİRSİNİZ