Mahmud Efendi’nin “namazın hakikatini Mevla kılıyor” sözü ne anlam ifade ediyor?
“İsteyen O, istenilen O, bilen O, bilinen O, şahid O, meşhud O. Akıl ermez bu işlere. Namaz kıldık diyoruz ama asıl namazın hakikatini Mevlâ Teâlâ kılıyor. Dünya’da en iyi namaz kılan insanın namazı, Mevlâ Teâlâ’nın kıldığı namazın sureti oluyor. Mevlâ Teâlâ gibi kim kılabilir? Asıl kendisine layık olan namazı kendisi kılıyor. Mevlâ Teâlâ hakkıyla kılıyor. Ya biz? Çok dikkat ederek namaz kılsak ancak Mevlâ Teâlâ’nın kıldığı namazın suretini kılmış oluruz.” (Mahmud Ustaosmanoğlu, Sohbetler, İstanbul, 2012, Baskı: I, VI/199)
ŞÖYLE BİR SALDIRI VAR:
“İnsan”abid/ ibadet edendir, Allah mabud/ibadet edilendir. Namaz ibadettir. “Allah namaz kılıyor demek haşa sümme haşa –Allah kuldur- demektir. Bu nasıl bir hezeyan, bu nasıl bir şirk, bu nasıl bir zırvadır?”
Hakkaniyetten son derece uzak bir tavırla sırf birilerine çatabilmek için demagojik bir tavrın ürünü olarak ortaya atılan bu ifadeler karşısında tahammül sınırlarımızı biraz geniş tutarak bu noktayı şöyle izah edelim: Cenab-ı Hakk’ın Âbid olması ile ma‘bud olması aynı manada olmadığı gibi bizim âbid olmamızla da uzaktan yakından ilintili değildir. Bu durum şunun gibidir: Cenab-ı Hak kimi ayet-i kerimelerde bizlere kendisini zikretmemizi emir buyurmaktadır. Bu âyetlere göre Allah Teâlâ mezkurdur yani bizim tarafımızdan zikredilendir. Bununla birlikte Cenab-ı Hakk’ın “Zâkir” olma durumu da vardır. Nitekim “Beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim” ayetinde Allah Teâlâ mezkûr olduğu gibi aynı zamanda zakir olduğunu da ifade buyurmaktadır. Fakat hemen belirtelim ki, yukarıda da izah etmeye çalıştığımız gibi Allah (azze ve celle)’ın zâkir oluşu bizde olan mahut şekliyle “zikir çekmek” değildir. Keza Şâkir ve meşkûr olma durumu da böyledir. Allah Teâlâ Lokman süresi 14. Ayette insana اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ / “Önce bana, sonra da ana-babana şükret” buyurmaktadır. Bu ayete göre Cenab-ı Hak meşkûrdür. Bununla birlikte Teğabün süresi 17. Ayette Cenab-ı Hak kendisinden وَاللَّهُ شَكُورٌ حَلِيمٌ/ “Allah Şekûrdür ve halimdir” diye bahsetmektedir. Şu halde, Allah (azze ve celle) verdiği nimetlere mukabil bizim ona teşekkür etmemiz hasebiyle meşkûr, yaptığımız iyiliklere mükâfât vermesi açısından da “Şekûr”dür. Bu ikisi arasında hiçbir zıtlık söz konusu değildir. Dolayısıyla aslında tüm mesele İmam Gazzâlî’nin ifade ettiği gibi, Allah (azze ve celle)’ın isimlerinden kula nispet edildiğinde mecaz manasına, Allah (azze ve celle)’a nispet edildiğinde de hakikat manasına yorulması gerekenler olduğu gibi –ki bunlar çoğunluğu teşkil etmektedir- aynı şekilde kula nispet edildiğinde hakikat, Allah (azze ve celle)’a nispet edildiğinde mecazi mananın anlaşılması gerekenler vardır. Nitekim, es-Sabûr ve eş-Şekûr gibi isimler bunlardandır.[7] Buna göre, nasıl ki eş-Şekûr, ez-Zâkir gibi isimler kullara nispet edildiğinde hakikat manasında anlaşılıp Cenab-ı Hakk’a nispet edildiğinde mecaza hamledilmesi gerekiyorsa, Türkçeye tercüme edildiğinde “namaz” manasına gelen “salât” kelimesi de Allah hakkında “medih, rahmet, senâ” gibi mecaz manalarda anlaşılır. Bu küçük detaydan bile haberi olmadığı halde Esmâ-i Hüsna dersleri yapmaya kalkışmak gibi bir işe imza atmış İslamoğlu’nun Mahmud Efendi hazretlerinin şu ifadelerini bu denli yanlış anlamış olması gayet normaldir.
Allah (azze ve celle)’a izafe edilen her bir fiil veya vasfı olduğu şekilde alıp, bizim yaygın kullandığımız manaya hamledenlere şu soruyu sormak isterim: نَسُوا اللَّهَ فَنَسِيَهُمْ/ “Onlar Allah (azze ve celle)’ı unuttular Allah da onları” (Tevbe, 67) şeklinde tercüme edilen ayeti nasıl anlıyorsunuz? Salat kelimesinin mütercem hali olan “namaz” ifadesinden bizim kıldığımız namazı anlayarak bu yanlış algı üzerinden zarfları damgalayan posta memuru edasıyla etrafa “müşrik ve kafir” hükümleri dağıttığınız gibi bu ayette geçen “nisyan” ifadesinin de mütercem hali olan “unutmak” ifadesi üzerinden ahkâm kesecek misiniz? Yani “unutmak bize mahsustur, Allah (azze ve celle)’ın unutması mümkün olamaz. Bunu iddia etmek küfürdür” demeniz gerekeceğine göre ayette Allah (azze ve celle)’a izafe edilen nisyan/unutmayı mecaza hamlediyorsunuz demektir. Nitekim yazdığınız mealde de[8] bu ifadeyi “Allah da onları hatırlanmaya değer bulmadı” olarak çevirmişsiniz.[9] Peki madem bu kelimenin Türkçeye tercüme edildiğinde tekabül ettiği manayı direkt mecaza hamlederek anlamaya çalışıyorsunuz, salât kelimesinin tercümesi olarak Allah (azze ve celle)’a izafe edilen “namaz” kelimesine abanmanızın ardında yatan sebep ne? Bir türlü mağlup edemediğiniz ve bütünüyle tüm hissiyyatınızı kaplayan müminlere karşı duyduğunuz nefret duygusu olmasın? Nisyan misali üzerinden söylediğimiz şeyleri siz “mekr ve istihza” kelimelerinin bazı ayetlerde Allah (azze ve celle)’a izafe edilmesine kıyasla da tatbik edebilirsiniz. Daha fazla uzatmama adına bu kadarla iktifa ediyorum.
[4] İbn Fûrek, Ebubekir Muhammed b. el-Hasen, Müşkilu’l-Hadîs ve Beyânuhû, Thk: Musa Muhammed Ali, Âlemu’l-Kütüb, 1985, s. 343
[5] İbn Furek, a.g.e., s. 344
[6] Mahmud Ustaosmanoğlu, Risâle-i Kudsiyye Şerhi ve İzahı, Sraç yayınevi, İstanbul, s. 541
[7] Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî, el-Maksidu’l-Esnâ fî şerhi Me‘ânî Esmâillâhi’l-Hüsnâ, Nşr: el-Cifân ve’l-Câbî, Kıbrıs, 1407, Baskı: I, s. 80
[8] Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an Gerekçeli Meal- Tefsir, Düşün Yayıncılık, İstanbul, Haziran, 2008, s. 331
[9] Kaldı ki bu çevirinin doğruluğu da epey su götürür. Yeri gelmişken söyleyelim: Acaba şu gök kubbe altında yazdığı meal üzerine kitap çapında yanlış bulunmuş ve mealinde işlediği ilmî cinayetler hatalar bir kitap olarak neşredilmiş bir meal yazarının hala mealini basıyor olması kadar ilmî bir ayıp mevcut mudur? Yahut, insanların sözlerini anlamaktan aciz olan bir insanın arapça bilgisinde görülen onca eksikliğe rağmen Allah’ın kelamını anlatmaya kalkışmasındaki “rahat” lığa ne denmeli?
ÖMER FARUK KORKMAZ HOCAEFENDİNİN MAKALESİNDEN ALINTILAR