Alimlerin İmam Ebu Hanife hakkındaki övgüleri

(Bahr-ür-râık) kitâbının sâhibi olan İbnü Nüceym-i Mısrî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Eşbâh) kitâbında diyor ki, (İmâm-ı Şâfi’î, fıkh ilminde mütehassıs olmak isteyen, Ebû Hanîfenin kitâblarını okusun buyurdu.)
Abdüllah ibni Mübârek diyor ki, (Fıkh ilminde
Ebû Hanîfe gibi mütehassıs görmedim. Büyük âlim Mis’ar, Ebû
Hanîfenin karşısında diz çökerek, bilmediklerini sorar öğrenirdi. Bin âlimden ders aldım. Fekat, Ebû Hanîfeyi görmeseydim, Yu nan felsefesinin bataklığına kayacakdım). Ebû Yûsüf buyuruyor ki, (Hadîs ilminde Ebû Hanîfe gibi derin bilgi sâhibi olan kimseyi görmedim. Hadîs-i şerîfleri tefsîr etmekde onun gibi bir âlim yoktur).
Büyük âlim ve müctehid Süfyân-ı Sevrî buyuruyor ki, (Bizler, Ebû Hanîfenin yanında, doğan kuşu yanındaki serçeler gibi idik. Ebû Hanîfe, âlimlerin önderidir).
Alî bin Âsım diyor ki, (Ebû Hanîfenin ilmi, zemânındaki âlimlerin ilmlerinin toplamı ile
ölçülse, Ebû Hanîfenin ilmi fazla gelir).
Yezîd bin Hârûn diyor ki,
(Bin âlimden ders aldım. Bunların arasında Ebû Hanîfe “rahmetullahi teâlâ aleyh” gibi vera’ sâhibi olanını ve aklı onun aklı kadar çok olanını görmedim.)
Şâm âlimlerinden Muhammed bin Yûsüf Şâfi’î, (Ukûd-ül-cümân fî-menâkıb-in-Nu’mân) kitâbında,
Ebû Hanîfeyi çok övmekde, Onun üstünlüğünü uzun anlatmakda ve Ebû Hanîfe, müctehidlerin reîsidir demekdedir. Ebû Hanîfe buyurdu ki, (Resûlullahın hadîs-i şerîfleri başımızın tâcı ve gözümüzün nûrudur. Eshâb-ı kirâmın sözlerini arar, seçer ve onlara uyarız. Tâbi’înin sözleri ise, bizim sözlerimiz gibidir). (Redd-iVehhâbî)den terceme temâm oldu. Bu kitâb 1264 [m. 1848] de
Hindistânda ve 1401 [m. 1981] de İstanbulda basılmışdır.
(Seyf-ül-mukallidîn alâ a’nâk-il-münkirîn) kitâbında mevlânâ Muhammed Abdülcelîl, fârisî olarak buyuruyor ki, mezhebsizler (Ebû Hanîfenin hadîs bilgisi za’îf idi) diyor. Bu sözleri, câhil ol duklarını veyâ hased etdiklerini göstermekdedir. İmâm-ı Zehebî ve İbni Hacer-i Mekkî buyuruyorlar ki, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe hadîs âlimi idi. Dört bin âlimden hadîs aldı. Bunlardan üç yüzü Tâbi’înin hadîs âlimi idi. İmâm-ı Şa’rânî, (Mîzân)ının birinci cildinde diyor ki, (İmâm-ı a’zamın müsnedlerinden üçünü incele
dim. Hepsi, Tâbi’înin meşhûr âlimlerinden rivâyet edilmişdir).
Mezhebsizlerin Selef-i sâlihîne olan düşmanlıkları ve müctehid imâmlara ve hele bunların en önde olanı, İmâm-ül-müslimîn Ebû Hanîfeye olan hasedleri, kalblerini kör ve vicdânlarını yok etmiş– 52 olacak ki, bu islâm âlimlerinin güzelliklerini, üstünlüklerini inkâr ediyorlar. Kendilerinde bulunmayan şeylerin başka sâlih kimselerde bulunmasını istemiyorlar. Bunun için, din imâmlarımızın üstünlüklerini inkâr ediyorlar.
(Hadâık) kitâbında diyor ki, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, ezberlediği hadîs-i şerîfleri yazardı. Yazdığı hadîs kitâblarını sandıklarda saklardı. Böylece hâzırladığı birkaç sandığı hep yanında taşırdı. Az hadîs rivâyet etmesi, ezberlediği hadîs adedinin az olduğunu göstermez. Bunu ancak din düşmanı olan müte’assıb kimseler söyliyebilir. Onların bu te’assubları ise, İmâm-ı a’zamın kemâline şâhid olmakdadır. Çünki, nâkısların kötülemeleri, âlimlerin kemâllerini gösterir. Büyük bir mezhebi kurmak ve yüzbinlerle süâli, âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden delîl getirerek cevâblandırabilmek, tefsîr ve hadîs bilgilerinde derin ihtisâs sâhibi olmayanın yapacağı bir iş değildir. Hem de, bir benzeri, bir örneği olmadan nev’i şahsına münhasır, yeni bir mezheb ortaya koymak, İmâm-ı a’zamın tefsîr ve hadîs ilmlerindeki vukûfunu, ihtisâsını açıkca göstermekdedir. İnsan gücünün üstünde çalışarak, bu mezhebi ortaya koyduğu için, hadîs-i şerîfleri ayrıca bildirmeğe, râvîlerini saymağa vakt bulamaması, bu yüce imâmı, hadîs bilgisi za’îf idi gibi, hased taşları atarak lekelemeğe sebeb olamaz. Zâten dirâyet olmadan rivâyet etmenin makbûl olmadığı ma’lûmdur. Meselâ, İbnü Abdilberr (Dirâyetsiz rivâyet, kıymetli olsaydı, çöpçünün bir hadîs söylemesi, Lokmânın aklından üstün olurdu) demişdir.
İbni Hacer-i Mekkî, şâfi’î mezhebi âlimlerinden olduğu hâlde, (Kalâid) kitâbında diyor ki, büyük hadîs
âlimi A’meş, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfeden birçok mes’ele sordu. İmâm-ı a’zam, süâllerinin herbiri için hadîs-i şerîfler okuyarak cevâb verdi. A’meş, İmâm-ı a’zamın hadîs ilmindeki derin bilgisini görünce, (Ey fıkh âlimleri! Sizler mütehassıs tabîb! Biz hadîs âlimleri ise, eczâcı gibiyiz! Hadîsleri ve bunları rivâyet edenleri biz söyleriz. Bizim söylediklerimizin ma’nâlarını siz anlarsınız!) dedi.
(Ukûd-ül-cevâhir-il-münîfe) kitâbında diyor ki, Ubeydullah bin Amr, büyük hadîs âlimi A’meşin yanında idi. Birisi gelip, birşey sordu. A’meş bunun cevâbını düşünmeğe başladı. O esnâda, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe geldi. A’meş, bu süâli İmâma sorup cevâbını istedi. İmâm-ı a’zam, hemen geniş cevâb verdi. A’meş, bu cevâba hayrân olup, yâ İmâm! Bunu hangi hadîsden çıkardın dedi. İmâm-ı a’zam, bir hadîs-i şerîf okuyup, bundan çıkardım. Bunu senden işitmişdim dedi. İmâm-ı Buhârî, üçyüz bin hadîs ezberlemişdi. Bunlardan yalnız oniki bin kadarını kitâblarına yazdı. Çünki, (Benim söylemediğimi hadîs olarak bildiren, Cehennemde çok acı azâb görecekdir) hadîs-i şerîfinin dehşetinden çok korkardı.
İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin vera’ ve takvâsı dahâ çok olduğundan, hadîs nakl edebilmesi için çok ağır şartlar koymuşdu. Ancak bu şartların bulunduğu hadîs-i şerîfi nakl ederdi. Ba’zı hadîs âlimlerinin meslekleri geniş, şartları hafîf olduğu için, çok sayıda hadîs rivâyet etmişlerdir. Hiçbir hadîs âlimi, bu şartların ayrılığı sebebiyle başkalarını, başka âlimleri kü çültmemişdir. Böyle olmasaydı, İmâm-ı Müslim, İmâm-ı Buhârîyi “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” incitecek birşey söylerdi.
Ebû Hanîfenin takvâsı çok olduğu için, az hadîs rivâyet etmesi, ancak onu
medh ve senâ etmeğe sebebdir.
(Seyf-ül-mukallidîn)den terceme tamâm oldu.]