Hoca Ahmed Yesevi kimdir? Hayatı ve Ahlakı

Şu bilinsin ki; Ahmed Yesevi (Kuddise Sirruhu) Hazretleri, nakşi silsilemizin büyüklerinden
Yusuf el-Hemedani (Kuddise Sirruhu)nun dört halifesinden biridir. Altı yaşında iken kendisini manevi işaretle bulan ve Selman-ı Farisi (Radıyallahu Anh) vasıtasıyla Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi
ve Sellem)den kendisine ulaşan hurmayı ve hırkayı kendisine teslim eden Aslan Baba Hazretleri biraz büyüyünce Ahmed Yesevi Hazretlerini Yusuf el-Hemdani Hazretleri’ne intisab etmesi için göndermiştir.
Böylece Ahmed Yesevi Hazretleri Buhara ve civarında Yusuf el-Hemdani Hazretleri’nin halifeliğini yaparken kendisine gelen manevi işaretle asıl vatanı olan Yesi’ye yani Türkistan’ a dönüp oraları irşatla görevlendirilince Buhara’daki irşad görevini yine şeyhi Yusuf el-Hemdani Hazretleri’nin halifelerinden olan
Abdülhalik el-Gucdevani Hazretleri’ne teslim ederek kendisi Yesi’ye göçmüştür
Ahmed Yesevi Hazretleri (Kuddise Sirruhu) doksandokuzbin seçkin mürid yetiştirmiş, birçok halifesini Anadolu ya göndererek günümüz Türkiye’sinin ve civarımızda bulunan birçok ülkelerin İslam’a kavuşmasına vesile olmuştur. Bu yüzden millet olarak kendisine minnettar olmak durumundayız.
Kendisinin torunlarından olan Evliya Çelebi’nin beyanı vechile; o “Türk-i Türkan (türklerin türkü) ve Pir-i Piran-ı Türkistandır (Türkistan şeyhlerinin piridir).”
HOCA AHMED YESEVI HAZRETLERİ
Orta Asya Türkleri’nin dini ve tasavvufi hayatında geniş tesirler icra eden Türkistan’da yetişen büyük velilerdendir. Yeseviyye Tarikatı’nın kurucusudur.
İsmi Ahmed ibni İbrahim ibni İlyas Yesevi olup kendisi “Pir-i Türkistan, Hazret-i Türkistan, Hazret-i Sultan, Hace Ahmed, Kul Hace Tarikatı’nı kurmuştur.
Hace Ahmed Yesevi (Kuddise Sirruhu) Batı Türkistan’ daki Çimkent şehrinin doğusunda bulunan ve Tarım Irmağı’na dökülen Şahyar nehrinin küçük bir kolu olan Karasu üzerindeki Sayram kasabasında doğdu. İsbicab (İsficab) veya Akşehir adıyla da anılan Sayram kasabası eskiden beri önemli bir yerleşme merkeziydi. Bazı kaynaklarda onun Yesi’de, bugünkü adıyla Türkistan’da doğduğu kaydedilmektedir.
Ahmed Yesevi (Kuddise Sirruhu)nun doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Yusuf
el-Hemdani (Kuddise Sirruhu)ya (ö. 535/1140-41) intisabı ve onun halifelerinden oluşu dikkate alınırsa 11. yüzyılın ikinci yarısında dünyaya geldiğini söylemek mümkündür. Vefatı hakkında 1194 (H.590) senesinde Yesi’de vefat ettiği rivayet edilir. Kabri oradadır. Timur Han onun için muhteşem bir türbe yaptırmıştır.
Sayram’ın tanınmış şahsiyetlerinden olan ba bası, kerametleri ve menkıbeleri ile tanınan ve Hazreti Ali (Radıyalliihu Anh)m Hazreti Fatıma (Radıyallahu Anha)dan sonraki eşinden (Havle binti Cafer (Radıyallahu Anha)dan) olan oğlu Muhammed ibni Hanefiyye (Radıyallahu Anh)a dayanır.
Sayram’da bu zatın neslinden gelenlere “Hace” denildiği gibi onlara bağlı olanlara da aynı isim veriliyordu. Ahmed Yesevi (Kuddise Sirruhu) da bu silsileye bağlı olduğu için “Hace Ahmed, Hace Ahmed Yesevi, Kul Hace Ahmed” diye de anılmaktadır.
Annesi ise Şeyh İbrahim’in halifelerinden Musa Şeyh’in kızı Ayşe Hatun’dur. Şeyh İbrahim’in Gevher Şehnaz adlı kızından sonra ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Ahmed Yesevi önce annesini, ardından da babasını kaybetti. Kısa bir müddet sonra ablası Gevher Şehnaz, kardeşini de yanma alarak Yesi şehrine gitti ve oraya yerleşti.
İLK MÜRŞİDİ ASLAN BABA’YA İNTİSABI
Tahsiline Yesi’de başlayan Ahmed Yesevi (Kuddise Sirruhu) küçük yaşına rağmen birtakım tecellllere mazhar olması, beklenmeyen fevkaledelikler göstermesi ile çevresinin dikkatini
çekmiştir. Menkıbelere göre yedi yaşında Hızır (Aleyhisselam)ın işaretine nail olan Ahmed
Yesevi (Kuddise Sirruhu) Yesi’de Arslan Baba’ya intisap ederek ondan feyiz almaya başlar.
Menkıbeye göre ashab-ı kiramdan Selman-ı Farisi (Radıyallahu Anh)ın torunu olan Arslan Baba’nın Yesi’ye gelerek Ahmed Yesevi (Kuddise Sirruhü)yu bulması ve Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)den kendisine ulaşan hurma ve hırka emanetini ona vermesi, terbiyesi ile meşgul olup onu irşad etmesi, Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in manevi bir işaretine dayanmaktadır.
Arslan Baba’nın terbiye ve irşadı ile Ahmed Yesevi (Kuddise Sirruhu) kısa zamanda mertebeler aşar ve şöhreti etrafa yayılmaya başlar. Fakat aynı yıl veya ertesi yıl içinde Arslan Baba vefat eder .
İslam merkezlerinden biri olan Buhara’ya gider. Bu şehirde devrin önde gelen alim ve mutasavvıflarından Şeyh Yusuf el-Hemedani (Kuddise Sirruhu)ya intisap ederek onun irşad ve terbiyesi altına girer. İnsanlara ilim öğretmek, doğru yolu göstermek için ondan icazet alır ve o büyük zatın halifeleri arasına katılır. Onun vefatından sonra bir miktar daha Buhara’da kalıp talebe yetiştirir.
Yusuf el-Hemdani (Kuddise Sirruhu)nun vefatı üzerine irşad mevkiine önce Abdullah el Berki, onun vefatıyla Şeyh Hasan el-Endaki geçer. 1160 yılında Hasan el-Endaki’nin de vefatı üzerine Ahmed Yesevi (Kuddise Sirruhu) irşad postuna oturur. Bir müddet sonra vaktiyle şeyhi Yusuf el-Hemdani (Kuddise Sirruhu)nun vermiş olduğu bir işaret üzerine irşad makamını Şeyh Abdülhalik el-Gucdevani (Kuddise Sirruhu)ya bırakarak Yesi’ye döner ve vefatına kadar burada irşada devam eder.
YESİ’DE BAŞLATIIGI İRŞAD FAALİYETLERİ
Yesi’de Ahmed Yesevi Hazretleri’nin talebeleri gitgide çoğalıyordu. Büyüklüğü ve şöhreti kısa zamanda Türkistan, Maveraünnehir, Horasan ve Harezm’e kadar yayıldı. Kendisinde daha çocuk yaşta iken başlayan velilik hal ve dereceleri günden güne artıyordu. Bir zaman sonra kendisi, zamanındaki alimlerin ve evliyanın en büyüklerinden, en üstünlerinden oldu.
Ahmed Yesevi Hazretleri’nin Yesi’de irşada başladığı sıralarda Türkistan’da, Yedisu havalisinde kuvvetli bir İslamlaşma yanında İslam ülkelerinin her tarafına yayılan tasavvuf hareketleri de vardı. Medreselerin yanında kurulan tekkeler tasavvuf cereyanının merkezleri durumundaydı. Yine bu yıllarda Maveraünnehir’i
kendi idaresi altında birleştiren Sultan Sencer vefat etmiş (1157), Harizmşahlar kuvvetli bir İslam devleti haline gelmeye başlamışlardı.
Bu uygun şartlar altında Ahmed Yesevi Hazretleri Taşkent ve Siriderya yöresinde, Seyhun’un ötesindeki bozkırlarda yaşayan göçebe Türkler arasında kuvvetli nüfuz sahibi olmuştu. Etrafında İslamiyet’e bütün samimiyetiyle bağlı olan yerli halk zümresi ile yarı göçebe köylüler toplanıyordu.
İslami ilimlere vakıf olan, Arapça ve Farsça bilen Ahmed Yesevi Hazretleri çevresinde toplananlara İslam’ın esaslarını, şeri’at hükümlerini, tarikatının adab ve erkanını öğretmek gayesiyle sade bir dille ve halk edebiyatından alınma şekillerle hece vezninde manzumeler
söylüyor, “Hikmet” adı verilen bu manzumeler, dervişleri vasıtasıyla en uzak Türk topluluklarına kadar ulaştırılıyordu.
“Hikmet”lerin muhtevası Ahmed Yesevi (Kuddise SirruhıJ) Hazretleri’nin hayatı hakkında
bazı bilgiler vermektedir. Ahmed Yesevi Hazretleri’ nin şiirlerinde yer alan bu bilgiler hayatına, tahsiline, süliiküne, ulaştığı makam ve mertebelere dair bazı açıklamalar getirmesi bakımından oldukça değerlidir.
MÜRİDLERİ VE HALİFELERİ
Rivayete göre; Ahmed Yesevi Hazretleri’nin on iki bini kendi yaşadığı muhitte, doksan dokuz bini de uzak ülkelerde bulunan müridleri ve geleneğe uygun olarak hayatta iken tayin ettiği pek çok halifesi bulunmaktaydı.
İlk halifesi Arslan Baba’nın oğlu Mansur Ata idi. Mansur Ata 1197 yılında vefat edince yerine oğlu Abdülmelik Ata, Abdülmelik Ata’nm vefatından sonra yerine oğlu Tac Hace, daha sonra da onun oğlu Zengi Ata (Rahimehullah) irşad mevkiine geçtiler.
İkinci halifesi Harizmli Said Ata, üçüncü halifesi Yesevi tarzındaki hikmetleri ve menkıbeleri ile Türkler arasında büyük bir şöhret ve nüfuz kazanan Süleyman Hakim Ata’dır. Hakim Ata Harizm’de yerleşip irşada başladı, 1186 yılında vefat edince Akkurgan’a defnedildi. Hakim Ata’nın en meşhur müridi Zengi Ata idi. Zengi Ata’nm başlıca müridleri ise Uzun Hasan Ata, Seyyid Ata, Sadr Ata ve Bedr Ata’ dır. Yeseviyye silsilesi bilhassa Seyyid Ata ile Sadr Ata’dan gelmektedir.
Ahmed Yesevi Hazretleri yetiştirdiği talebelerin her birini bir memlekete göndermek suretiyle İslamiyet’ in doğru olarak öğretilip yayılmasını sağladı. Onun bu şekilde gönderdiği talebelerinden bazıları sonraları Moğollar’m katliamından kaçıp kurtulmak suretiyle Anadolu’ya da geldiler.
Bu suretle onun yolu Anadolu’da yayılıp tanındı. Anadolu’nun Müslüman Türklere yurt
olması onun manevi işaretleri ile hazırlandı.
Ahmed Yesevi Hazretleri (Kuddise SirruhıJ) Ha nefi bir alimdir. Kuvvetli bir medrese tahsili
görmüş, din ilimleri yanında tasavvufu da iyice öğrenmiştir. Bununla beraber bu yüce zat devrinin birçok din alim ve mutasavvıfı gibi belli bir sahada kalmamış, inandıklarını ve öğrendiklerini çevresindeki yerli halka ve göçebe köylülere anlayabilecekleri bir dil ve alıştıkları şekillerle aktarmaya çalışmıştır.
Bir mürşid ve ahlakçı hüviyetiyle onlara şeriat hükümlerini, tasavvuf esaslarını, tarikatının adab ve erkanını öğretmeye çalışmak, İslamiyet’i Türkler’e sevdirmek, Ehl-i Sünnet akidesini (inancını) yaymak ve yerleştirmek başlıca gayesi olmuştur. İslam şeriatına ve Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi
ve Sellem)in sünnetine sık sıkıya bağlı olan Ahmed Yesevi Hazretleri’rıin şeriat ile tarikatı kolayca telif etmesi, Yeseviliğin Sünni Türkler arasında süratle yayılıp yerleşmesinin ve daha sonra ortaya çıkan birçok tarikatlara tesir etmesinin başlıca sebebi olmuştur
ÜSTÜN AHLAKI EVSAFI ve TASARRUFLAR!
Ahmed Yesevi Hazretleri herkese iyilik eder, kendisinden hiç kimse rahatsız olacak bir hareket görmezdi. Bütün insanların dünya, ahiret saadeti ve rahatları için gayret ederdi. Dergahı fakir ve yoksul çin sığınak yeriydi. Ahmed Yesevi Hazretleri (Kuddise Sirruhu) edebi şahsiyetinden ziyade fikri şahsiyetiyle, tarihi hayatından ziyade menkıbevi hayatıyla Orta Asya Türk dünyasının en büyük ismidir. Onun gibi geniş bir sahada ve asırlarca tesirini devam ettirebilmiş bir başka şahsiyet gösterebilmek mümkün değildir.
Kerametlerinin vefatından sonra da devam
ettiği rivayet edilen Ahmed Yesevi (Kuddise Sirruhu); rivayete göre kendisinden çok sonra yaşayan Timur’un rüyasına girer ve ona zafer müjdesini verir. Timur zafere erişince, Türkistan ve Kırgız bozkırlarında şöhreti ve nüfuzu iyice yayılmış olan Ahmed Yesevi (Kuddise Sirruhu)nun kabrini ziyaret için Yesi’ye gelir. Kabrin üstüne devrin mimari şaheserlerinden olan bir türbe
yapılmasını emreder. Birkaç yıl içinde inşaat tamamlanır ve türbe, camii ve dergahı ile bir
külliye halini alır.
Ahmed Yesevi (Kuddise Sirruhu) Hazretleri’nin türbesi civarına gömülmek bozkır göçebeleri
için ayrı bir değer taşır. Bu sebeple birçok kişi daha hayattayken türbe civarında toprak satın alarak kabirlerini hazırlarlar. Hatta kışın ölen bir kimse keçeye sarılarak ağaca asılır ve bahara kadar bekletilir, bahar gelince götürülüp Ahmed Yesevi (Kuddise Sirruhu) nun türbesi civarına defnedilir. Bu gelenek Ahmed Yesevi (Kuddise SirruhU) Hazretleri’nin Orta Asya Türklüğü üzerinde ne derece tesirli olduğunu açıkça göstermektedir.
63 YAŞINDAN SONRA GÜNYÜZÜ GÖRMEMESİ
63 yaşına gelen ve çocukluğundan bu yaşagelinceye kadar Rasulüllah (Salallallahu aleyhi ve sellem)in sünnet-i seniyyesine yapışmakta hiç gevşeklik göstermeyen Ahmed Yesevi (Kuddise Sirruhu), Rasfılüllah (Salallallahu aleyhi ve sellem)in ahirete irtihal ettiği 63 yaşından sonra yeryüzünde bulunmayı kendilerine münasip görmedi. Bu sebeple dergahın bahçesine derin bir yer kazdırıp içini kerpiçle ördürdü. Nihayet hazırlıklar tamamlanınca talebelerini dergahın avlusunda toplayıp: “Ey gönül dostları! Allah-o
Te’ala’nın en sevgili kulu olan Peygamberimiz Muhammed Mustafa (Salallallahu aleyhi ve sellem) Hazretleri 63 yaşında bu dünyadan ayrıldı. Ben de şimdi 63 yaşındayım. Artık şu gördüğünüz çilehaneye çekilecek, ömrümün kalan günlerini bu hücrede tamamlayacağım” buyurdu.
Müridlerinin gözleri yaşlı olarak: “Ey sultanımız! Bizim halimiz nice olur” sözlerine karşı: “Sizi Allah Te’ala’ya emanet ediyorum” dedikten sonra merdivenle çilehaneye indi.
Ahmed Yesevi (Kuddise SirruhU) Hazretleri mezar misali olan o yerde, vefat edinceye kadar devamlı ibadet, taat ve Allahu Te’ala’yı düşünmekle meşgul oldu. Talebelerine ilim öğretmeye orada da devam etti. Kendisini vefat etmiş, kabre konmuş şekilde hissederek, bam başka bir huşu, bağlılık ve teslimiyetle ibadetlerini yaptı. Burada evliyalık yolundaki makam ve dereceleri kat kat arttı.
Çilehanede ne kadar kaldığı belli değildir, fakat ölünceye kadar buradan çıkmadığı ve hücrede vefat ettiği muhakkaktır. Doğum tarihi kesin olarak bilinmediğinden kaç yıl yaşadığı hususunda da kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Ama yaygın olan rivayete nazaran 125 veya bir rivayete göre ise 133 yaşında vefat etti.
Ahmed Yesevi Hazretleri’nin önde gelen halifelerinden Seyyid Mansur Ata çile kuyusuna ilk defa indiği zaman gördüğü manzaradan ciğeri parçalandı. “Hocam bu dar yerde ve sıkıntılı bir haldedir” diye düşünerek gözyaşlarına boğulduğu sırada gözünden perdeler açıldı.
Kalp gözüyle, o daracık zannettiği yeri bir ucu doğuda, diğer ucu ise batıda gördü. Bu hal karşısında kalbinden geçirdiklerinin yersiz olduğunu anlayıp kendi kendine:
“Allah-u Te’ala evliyasına sıkıntı çektirmez. Diğer insanların onlarda sıkıntı görmeleri, onları acı çekiyor zannetmeleri, hakikatte onlar için bir nimettir. Bu saadet sahipleri görünüşte çok acı zannedilen o sıkıntılardan öyle zevk ve tat alırlar ki, iyi hallerinde o tadı duyamazlar. Allah-u Te’ala bu sevgili kulu için, o daracık hücreyi çok geniş yapar. Orada ona manevi bakımdan öyle lezzetler ve tatlar ihsan eder ki zahiri olarak çektiği sıkıntılar, o lezzetler yanında hiç kalır. Onun ruhu; zevk ve neşeden uçmaktadır. Vücudunu bin parçaya bölseler ne gam” diye söylendi.